Bir Mimar Çıksa..
Başta İstanbul olmak üzere şehirlerimiz giderek kalabalıklaştı ve aynı oranda da çirkinleştikçe çirkinleşti.. «Gökdelen» denilen ucubeleri, otopark haline gelmiş yolları, ekmeğinden sebzelerine kadar bozuk gıdaları ve cinnet geçiren insanları ile MEZRALAŞAN ŞEHİRLER..
Şehir bir kültür merkezi. Medeniyet şehir hayatı. Pekâlâ, medeniyet yüksek yüksek binalar, hergün trafiğe eklenen yüzlerce otomobil ve teknolojinin son harikalarından mı ibaret?
Hayır.. Bunların hiçbiri medeniyet değil. Asıl medeniyet, ya da noktalı «asıl» ile «Asil Medeniyet», alî bir kültürü yansıtmak, insana huzur ve refahı birlikte sunan gelişme.
Bu «asil» (ve asıl) medeniyeti kim veya kimler inşa eder? Bilgeler inşa eder, hikmet ehli mimarlar, tarih bilincine sahip, çevre bilincine sahip vasıflı insanlar inşa eder. Aksi ise bedeviliktir. Adam gelir bir selatîn (sultanların yaptırdığı) camideki beş yüz yıllık baha biçilmez çiniyi matkapla deler, çin işi ucuz bir saat asar.. Bedeviliktir bu.
Türkiye’de yüzlerce mimar var. Lâkin bunlardan kaçı çirkinleşen şehirlerin hal-i pür melâline tepki veriyor? Mimar bir nevi şehir inşa uzmanı değil midir?
Meselâ bir mimarımız çıksa da; şu, insanı böcekleştiren ucube gökdelenlere inat, şahane mi şahane dört dörtlük bir «Türk Evi» projesi çizse…
Sonra bu projesini bir gazetede duyursa ve dese ki…
“Ey parası çok olanlar… Ey kaliteli bir ev, güzel bir yuva isteyenler… Ey çocuklarının Türk Evi havasını soluyarak büyümesini isteyen ana babalar… Alın size güzel bir «Türk Evi» projesi. Bendeniz bu projem için para da istemiyorum. Geliniz dünyanın en huzurlu evini görünüz ve projemi alıp evinizi yaptırın..”
Bu işi yapabilecek tanıdığım bir mimar da var aslında. Yapar mı, teklifimi düşünür mü konuşmadım ama tahmin ediyorum ki, mutlaka düşünecektir.. İnşa’allah birçok mimarımız da bu tür şeyleri düşünür, hayata geçirirler.
Biz millet olarak gevşedik, tembelleştik. Hálâ üzerimizde bozuk kopukluk devrinin rehaveti var. Hattâ diyebilirim ki, İslâm ve Müslüman adına yapılan iyileştirmeler bu rehavetimizi biraz daha arttırdı…
Oysa tam da bu hürriyet ortamında yapılacak, yapılması elzem olan öyle çok şey var ki… Bendeniz şu teklifimle bu binlerce işten sadece bir tanesini arz etmiş oluyorum. Daha böyle yüzlerce çalışma sahası var el atılmasını bekleyen. Meselâ neden hálâ beş milyon kitap kapasiteli bir kütüphanesi yok koskoca İstanbul’un?
Merhum «İstiklâl Marşı» şairimiz ne demişti?
Feryâdı bırak kendine gel, çünkü zaman dar,
Uğraş ki, telâfi edecek bunca zarar var…
Atalarımız «zararın neresinden dönülse kârdır» demişler. Bugünkü zarar fevkalâde büyük, devasa bir zarar olsa da gözümüzü korkutmamalı..
Mimar ve şehirci üstat Turgut Cansever, “bundan sonra İstanbul'un düzelme imkânı var mıdır?” sualine «büyük bir zelzeleden sonra...» cevabını vermiş (Mehmet Şevket Eygi üstadın, «Hainler İstanbul'u Bu Hale Nasıl Getirdiler?» başlıklı ve 05 Nisan 2008 tarihli yazısında geçiyor..)
Yoksa bazıları böyle bir şeyi mi bekliyor? Muhafazallah..
Muhterem mimar kardeşlerim, işte bu nedenle şu fakirin teklifini ciddîye alınız. Hiçbir şey yapmamaktansa böyle şeyler yapalım da gerisi O’nun (c.c) ilâhî takdirine.. Hiç değilse bir «Türk Evi» projesi olsun gelecek nesillere…
Şöyle peyzajı mükemmel bir bahçesi olan, tek veya en fazla iki katlı, millî, geleneksel, klasik mimarî üslûbumuzda inşa edilmiş, içi de millî motiflerle ve Osmanlı evi tarzında nefis bir şekilde döşenmiş, yoldan geçenlerin seyrederken gözlerine bayram yaptıracak, içine girenlerin “benim de böyle bir evim olmalı” diyeceği, en azından evinin dekorasyonunu o şekilde yaptırmak isteyeceği şöyle müzeyyen, güzel bir «Türk Evi». Param olsaydı milyonlarımı harcar böyle bir eve sahip olmak isterdim.
Türk Evi, İslâm san’at ve estetiğinin şahaseri olacaktır. Türk Evi, yuva olacaktır mülk değil. Türk Evi, Japon mimarlara ilham kaynağı olacaktır, Türk Evi, teknolojinin huzursuz aletlerinden çok, nostaljik unsurları olan bir nezih Müslüman evi olacaktır.
Kıble istikameti gözetilecektir. Helası kıbleye 90 derece açılı olacaktır. Zira bu konuda hadîs-i şerîf vardır. Kıbleye doğru veya arkanızı vererek olmaz diye… İşte Türk Evi böyle bir şeydir. Mutlaka büyük bir kütüphanesi olacaktır. Kütüphane klasik türk eserleri ile dolu olacak, baş köşesinde Kur’ân ve tefsir kitapları, yanında hadîs-i şerîf külliyatları, Fuzûlî divanı, Nâbî Divanı, Şeyh Galib divanı… Peyami Safa, Ömer Seyfettin dahil Türk çocuklarına hitap eden, gelişmelerini ve hüviyetlerini dokuyacak tüm kitaplar.. Batı klasiklerinden seçmeler. Dostoyevsky, Solzhenitsyn, Tolstoy…
Türk Evi’nin mutfağı ve kileri Anadolu motiflerini taşıyacak. Yemekler setüstü gazlı ocaklarda değil, klasik kuzinelerde pişecek.. Neden olmasın? Asil medeneyet asaleti olan medeniyettir. Türk asaleti gerilerde kalmadı mı?