“Güneydeki Sevil/mey/en Ülke”
Kimlerin sevip kimlerin sevmediğini acı tecrübelerle çok iyi öğrendiğimiz, Bağımsızlık Bildirgesi’nde kendini, “İnsan haklarına saygılı, demokratik bir Yahudi devleti” olarak tanımlayan, aslında tam bir ‘anormal devlet’ veya ‘devletimsi aygıt’ olan yayılmacı ve işgalci İsrail’i çok da iyi tanımadığımız muhakkak. İhlal etmediği insan hakkı, işlemediği savaş ve insanlık suçu, çiğnemediği uluslararası hukuk kuralı neredeyse kalmayan bu sabıkası kabarık ‘mekanizma’nın yeterince tanınmamasından ve dizginlenememesindendir ki bugün hâlâ Ortadoğu’da ‘İsrail ekseni’ oldukça etkin ve ‘barış’ hayli uzakta görünüyor.
Bugün 20. genel seçimlerini gerçekleştiren İsrail’in daha çok komşularıyla yaşadığı sorunlar ve Filistin’le ilgili ürettiği krizlerle gündeme gelmesi ve İsrail’le münasebetimizin refleks-yoğun bir yapısının olması İsrail’in iç yapısını yeterince tahlil etmemize, iç dengeleri ve aktörleri derinlemesine inceleme imkânı bulmamıza engel oluyor. İsrail daha çok katliam, saldırı veya Filistinlilere veya Mescid-i Aksa’ya yönelik ihlalleriyle ve terör teşebbüsleriyle gündemimize geldiği için İsrail’e karşı stratejik bir tavır geliştiremiyoruz maalesef. İsrail’le ilgili akedemik çalışmaların azlığı, İbranice’nin az biliniyor olması ve saha çalışmalarının zayıflığı aslında bölgenin kalbindeki zehirli ‘hançer’i ve bölge barışını en çok tehdit eden ‘savaş ve terör makinesi’ni durdurma imkânını elimizden alıyor.
İsrail’in kuruluşundaki kodların mahiyetine dün biraz temas etmiştik; her işgalci devlet gibi ‘güvenlik paranoyası’ ve ‘önleyici savaş doktrini’ ile hareket eden İsrail, dünyanın her yerinden gerçekleşen göçlerle (aliyah) oluşturulan heterojen bir topluma sahip. Gelenekselci (masurati), dindar (dati), seküler, liberal siyonist gibi farklı eğilimleri barındıran İsrail’de Eşkenaziler’le Sefaradlar ve Mizrahiler arasında derin kutuplaşmalar ve ayrılıklar var.
Kezâ seküler Yahudilerle dindar Orthodoks Yahudiler arasındaki derin görüş farklılıkları da mevcut ve tüm bu ihtilaflar iç siyasete ve dış politikaya etki ediyor. İsrail Merkez İstatistik Bürosu’nun yaptığı araştırmaya göre İsrail nüfusunun % 42’si kendisini seküler (hiloni) olarak nitelendiriyor. % 38’i gelenekselci, % 8’i dindar, % 12’si aşırı dinar (Hereti Ultra-Orthodoks) kabul ediyor. Zorunlu askerliğin (erkeklere 36 ay, kadınlara 21 ay) toplumsal bir entegrasyon aracı olarak kullanıldığı İsrail tam bir asker-millet ama nüfusun yaklaşık % 20’sini teşkil eden Müslüman Araplar’ın 2,8’lik nüfus artış hızı (İsrail’in 1,7) İsrail’i endişelendiriyor. Onun için İsrail’e göç (aliya) ve yeni yerleşim yerlerinin (muğtasabat / gasp edilmiş topraklar) İsrail’in demografik temelli işgal stratejisinin özünü oluşturuyor. Belediye imar yasaları, ayrımcı politikalar, tehcir ve sistematik yıldırma ile İsrail aslında adım adım Filistin’i yok ediyor ve dün yazdığım Theodor Herzl’in ‘roman’ını tamamlamaya çalışıyor.
Güçlü ve organize olmuş diaspora ile (ABD’de 6 milyon, Avrupa’da 1,5 milyon) küresel siyaseti ve uluslararası basını kendi lehinde manipüle edebilen İsrail’de bugün gerçekleşen ve 120 sandalyeli Knesset’in yeni üyelerini belirleyecek seçim kuvvetle muhtemel Likud lideri Netanyahu’nun ve Arapların kafasını kesme meraklısı Moldovalı Lieberman’ın (İsrail Evimiz) yenilgisiyle sonuçlanacak ancak Barak, Şaron ve Olmert’in varisleri Herzog (İşçi Partsisi) ve Livni’yi (Kadima) zafere taşıyacak. Yani İsrail’in dış politikası adına yeni bir şey olmayacak…
Biz yarın, iç aktörleri daha yakından tanımaya ve seçim sonuçlarını değerlendirmeye devam edelim. İçimizden birileri güneydeki bu meş’um ülkeyi sevebilir ve otoritesini meşru kabul edebilir ama içerde de bizim gibi epey sevmeyen var İsrail’i ve yakın gelecekte bu sevmeyenler İsrail’in başını hayli ağrıtacak…
67 yaşındaki İsrail için geri sayım çoktan başladı bile!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.