Ben isterdim bir göz, Allah verdi iki göz...
Ülkelerin, milletlerin tarihinde olduğu gibi kavimlerin, siyasi partilerin, cemaatlerin, tarikatlerin, hattâ âilelerin tarihinde de ibretamiz olaylar cereyan eder. Hikmetinden sual olunmaz yüce Allah’ın adeti (Sünnetullah) böyledir.
Allah nice hadiseyi ibret olarak yaratır ki, kulları uyansın bin nasihatten evlâ bir musibetle; kendilerine gelip bir daha aynı vartalara yuvarlanmasınlar.
Bülent Arınç Bey ile Melih Gökçek Bey arasında cereyan eden hadise de bunlardan biridir.. Kendileri ricâl-i devletten olmak hasebiyle büyüğümüz, İslâm müntesibleri olarak da kardeşlerimizdir. O nedenle hepimizi üzen bu hadiseye bigane kalamadık.
Bu köşede; latife yollu da, ciddî olarak da meseleyi analize çalıştık. Fakat eksik bıraktığımız ve «sonra da bu kısmını anlatırız» dediğimiz bir ciheti daha var işin.
Bu tür hadiseler düşmana aradığı fırsatı verir, vermiştir. Huzur ve istikrar ortamının, Müslüman milletimizin rahata ermesinin düşmanları; bu kavga ya da polemik üzerine neler dediler? Nasıl yazılar yazıldı?
Hepsini bir cümlede hülasa etmek istersek, düşman dedi ki, “ben isterdim bir göz, Allah verdi iki göz..” Evet, aynen budur onlar açısından vaziyet.
Düşmana aradığı fırsatı vermek, beni affetsinler, en hafif tâbirle aklı devreden çıkarmaktır.. Zaten «öfke aklı giderir» denilmiştir.
Üstad Mehmet Şevket Eygi de Millî Gazete’deki köşesinde yazdı, ricâl-i devletin polemik yapmalarını yakışıksız bulduğunu ifade etti. “İktidar partisine mensup bazı politikacıların halkın önünde (eskiden ‘alâmeleinnas denirdi) tartışmaları, polemik yapmaları, hattâ kavga etmeleri, birbirlerini ağır şekilde suçlamaları çok kötü, çok yanlış, çok hatâlıdır..” dedi.
Üstadın yazısının tamamını okumak isteyenler 27 Mart tarihli yazısını internetten de okuyabilirler. Buraya konumuzla alâkalı az bir kısmını derc edeceğiz. Üstadın kıymetli fikirleri ile konuyu hitama erdirelim ki, hem üstad; müşarünileyhten yaşça ve başca büyüktür, hem de üstadın sözü üzerine söz etmek ayıbını irtikâb etmemiş olalım..
“Zat-ı muhteremlerin çok konuşmaması, öfkelenmemesi, âni çıkışlar yapmaması hem kendileri, hem de memleket ve devlet için hayırlı olur. İnsanların hatâlarının yüzde sekseni dilleri yüzündendir. Devlet adamları konuşmadan önce dokuz kere yutkunup düşünmelidir. Sözler ok gibidir, yaydan çıktıktan sonra geri gelmez, telafisi mümkün olmaz.
Cerbeze keskin sirke gibidir, kabına zarar verir. Söz ve yazı konusunda asıl olan hikmettir, yani bilgece konuşmaktır. Söz gümüşse sükût altındır. Sözü ayağa düşürmekten kaçınılmalıdır. Bir şeyin kıymeti nedretiyle (azlığı) ile orantılıdır. Söz çoğalırsa kıymeti azalır. Sezar, bir savaşı kazandıktan sonra Roma’ya dönmüş, Senato kürsüsüne çıkmış ve şu üç kelimeyi sarf ettikten sonra inmiştir: Veni vidi vici… Gittim gördüm yendim..
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) cevâmiülkelîm idi, yani çok az sözle çok mânaları dile getirirdi. «Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz» sözü bunlardan biridir. Şerh edilse kocaman bir kitap olur. İslam kültür ve düşüncesi sezgiye (hads, intuition) dayanan kısa, özlü, derin, şümullü sözlerle doludur.
Men dakkadukka=Etme bulma… Edebiyatımızdaki nice berceste mısralar, beyitler böyledir. Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz… Atasözü: Su uyur düşman uyumaz…
Avrupa kültürü ve edebiyatı gevezelik ve zevzeklik üzerine kuruludur. İncir çekirdeğini doldurmayacak konularda kocaman kitaplar telif ederler, bunları okuyan insanların akılları karışır.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin Kavaid-i külliyesinde “Bir işten maksat ne ise hükm ana göredir” yazar. Ameller niyetlere göredir hadîsinden çıkartılmış temel ve evrensel bir kuraldır bu. Söz olarak kısacıktır ama çok derindir. Gençlerimize az, öz, doğru konuşmayı öğretmeliyiz. Hak teala insana bir ağız iki kulak vermiştir. Hadîste “Ya hayır söyle, yahut sus” buyruluyor. Çok konuşan çok yanılmaya mahkûmdur.” (Mehmet Şevket Eygi, «Devlet Adamlarının Çok Konuşması», Takvimden Yapraklar, Millî Gazete, 27 Mart 2015)
Gelmiş geçmiş en büyük türk şairi Mehmed Bin Süleyman Fuzûlî merhum, “Mende Mecnun’dan füzun âşıklık istidadı var / âşık-ı sâdık menem Mecnunun ancak adı var” demiş ya, biz de o hesap, «Mende Eygi’den fazla fikriyat var / Konuyu asıl biz anlatırız, onun sade ünü var..» gibi bir eşeklik yapmayacağımıza göre, söz bitmiştir.
* * *
BAŞKA BİR KONUDA BİRKAÇ KELÂM:
Düşen Germanwings yolcu uçağı ile alâkalı habervaktim’e verdiğim mülakatı haber olarak yayınladı kardeşlerimiz. Habere, Oberyn Martell rümuzlu bir okur şöyle bir yorum yazmış: “(26 Mart 2015 11:03) 150 insan, aralarında bir ortaokul sınıfı var, dağda paramparça olan bir uçakta öldü. Düsseldorf havalimanında bayılan anneler var burada. Siz hálâ kalkmiş “neşeli ölmüşlerdir” diyorsunuz, ondan sonra da kalkıp “neden bizden biri öldüğü zaman onlar yas tutmuyor?” diye soruyorsunuz. Evet, Türkiye’deki her felâkette burada yas tutulmaz, ama insanlar en azından dalga da geçme(z).
Son «z» harfini ben ilâve ettim, muhtemelen yorum karakter sınırı aşıldığı için eksik kalmış. Neyse, bu arkadaşımız bütünü kaçırıp parçada bunalmış gibi.. Biz haşa ne ölenlerle dalga geçtik, ne bu büyük felâkete hissiyatsız yaklaştık. Haberi yapan arkadaşlarımızın haber çarpıcı başlık ister düsturu ile «NEŞELİ ŞEKİLDE Mİ ÖLDÜLER?» deyişi dışında, yorumumuzda bu «neşeli ölmek» şöyle geçiyordu:
«SON SÖZ: Hypoxia kesin olarak kanıtlanırsa, pilotlar da diğer mürettebat da, yolcular da neşeli şekilde ölmüşler demektir. Zira bu hal önce insanın herşeyi unutup keyiflenmesine yol açıyor. Tıpkı uyuşturucu almış gibi... Neyse, Allah kazada canlarını yitirenlerin geride bıraktıklarına sabır versin. Uçaklara da pilotlara da çok dikkat edilsin...» demiştik.
Haberi yapan arkadaşlar her ihtimale karşı “Fransa’da düşen ve 144 yolcu, 6 mürettebatın ölümü ile sonuçlanan kazayla ilgili emekli pilot olan yazarımız Ramazan Ercan Bitikçioğlu, çok tartışılacak bir bilgi paylaştı..” diyerek bir emniyet sübabı koymuşlardı... Oberyn Martell rümuzlu okur, buna rağmen tartışmayı böyle alel acele ve uzmanı olmadığı yerden başlatmış.. Aslında o söylediğimizi sadece tıp otoriteleri tartışabilir ki, bize bu bilgiyi eğitimlerde bizzat onlar vermişlerdi... Eskişehir Hava Hastahanesi Fizyolojii Başkanlığı’na sorulabilir..
Şimdi insaf sahibi olan, buradan DALGA GEÇMEK zehabına mı kapılmalı, yoksa “Allah kazada canlarını yitirenlerin geride bıraktıklarına sabır versin..” taziyesinde bulunan kişinin (emekli bir pilot olarak, işin uzmanı rolünde) hadisenin acısını biraz olsun azaltmak kabilinden, üstelik çok da tıbbî bir gerçeklik olan bir küçük latife yaptığı fikriyatına mı ulaşmalıdır? Hem bir insan neşeli olarak da olsa, sonuçta ölmüşse buna ancak manyaklar sevinir. Pilotluk yapmış birinin sevinmesi ise tımarhanelik durum..
Tekrar ediyorum, muhterem okurum, beni çok üzdünüz, kırıldım. Kırıldım ama hakkımı helâl ediyorum. Zira öyle kibirli biri değilim şükürler olsun. 28 Mart 2015