Üç-Beş Şamatayla Büyü Bozulmaz!
Genel seçimlere 67 gün kala, temennilerle tahliller birbirine karışmış durumda. Arzularını köşelerine ‘siyasi analiz’ olarak yansıtan kalem sahipleri ve istedikleri seçim sonucunu sözde ‘objektif anketler’le ifade eden kamuoyu araştırma şirketleri oldukça hareketli ve zinde bugünlerde…
İstikrarlı Türkiye’nin her türlü konforunu yaşamalarına rağmen bazı kesimler, farklı motivasyonlarla iktidarın el değiştirmesini arzu ediyorlar. Bunun için, hâlâ, 7 Haziran’da siyasetin rengini belli edecek ‘meşrû mekanizma’ dışında yollar aramakla meşguller. Bir başka muhalif kesim ise ülkenin sorunlarına alternatif çözümler sunmak yerine iktidar çevresindeki cılız şamatalara ve çatlak seslere bel bağlamış durumda. Diğer bir kesim ise yıllardır beslenip palazlandığı ‘paralel çeşmeler’in suyu kesildiği için iktidarın her hareket ve icraatına düşmanca muhalefet yapıyor. Müzmin muhaliflerin buluştukları nokta ise hep aynı: İçte ve dışta felâket senaryoları!
Dünkü elektrik kesintisi ve adliye baskını bile bu felâket tellallarını memnun etmiş görünüyor. Kimi, hâlâ, adliye baskınını meşrûlaştırmak istercesine Gezi hâdiseleri üzerinden hükümete ayar vermeye çalışıyor, kimi de enerji alt yapısındaki eksikliklerden dem vurarak elektrik kesintisinden rant devşirme peşine düşüyor…
Bu garaz ve hazımsızlık temelli marazlı muhlafet tarzı iktidar çevrelerini de olması gerekenin üzerinde hassaslaştırıyor ve muhalif her ses aynı kefeye konabiliyor bugünlerde. İyi niyetle hataları görüp bunları dile getiren entelektüeller, sadece doğru habercilik yapmak isteyen gazeteciler veya eksiklikleri tespit edip ikmal etmek isteyen hakperest siyasetçiler yukarıda özelliklerini verdiğim sorunlu muhalif kesimlerin kurbanı oluyor çoğu zaman.
Siyaset sahasının sıhhati, sadece iktidarın ilkeli ve sorumlu davranmasıyla temin edilmiyor oysa, muhalefet de en az iktidar kadar tutarlı, ilkeli ve omurgalı olmak zorunda. Kısa vadeli ve konjonktürel hesaplarla, kişilerin veya zümrelerin hırslarına hizmet eden politik manevralarla veya nefret ve garaz sâikiyle atılan adımlar siyaset sahasının kan dolaşımını zehirliyor.
Seçimlere giderken oluşan bu zehirli ortamı daha sağlıklı tahlil edebilmek için, Türkiye’yi derinden etkileyen son 12 yılın uluslararası şartlarını hatırlamakta fayda var…
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle uluslararası sistemin yapısının değişmesi ve 11 Eylül hâdiseleri sonrası Afganistan (2001) ve Irak’ın işgali (2003) Türkiye’nin merkezinde olduğu dünyanın travmatik bir dönem yaşamasına vesile oldu. Bu ‘sorgulama ve arayış’ yoğunluklu travmatik dönemde iktidara gelen Ak Parti bir yandan Türkiye içinde kalkınma ve normalleşmeye yönelik adımlar atarken bir yandan da çevresindeki krizlere rağmen, dış politikada paradigma değiştirerek, çok yönlü ve çok boyutlu bir hariciye siyasetini uygulamaya çalıştı. 2010’da Tunus’ta başlayan ve henüz tamamlanmayan Arap ülkelerindeki değişim hareketleri ve bu isyanlara uluslararası aktörlerin adalet ve hakkaniyetten uzak tepkileri ile İslam Dünyası, Birinci Dünya Harbi’nin 100. Yılında yeni, küresel ve daha derin bir krizle yüzleşmek zorunda kaldı. İşte Türkiye böyle bir zeminde, son dört yıldır içerde muhtelif vesayet teşebbüsleriyle dışarda da Arap devrimleri üzerinden Türkiye’nin önünü kesmeye çalışan bölgesel ve küresel odaklarla mücadele ediyor. 2008 küresel ekonomik krizini de hesaba kattığımızda son 12 yılda ortaya çıkan bu kadar yüksek riskli uluslararası konjonktüre rağmen Türkiye’nin istikrarını koruyabilmesi, ortada görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir başarının ve üç-beş şamatayla bozulamayacak kadar mukavemetli bir bünyenin varlığına delildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.