Palavracı Yaramaz Medya
Vahdet yazarı Mustafa Özcan Bey’in 31 Mart tarihli ve «Pravda’nın Palavrası» başlıklı yazısı hayli ilginç ve güzel tesbitlerle doluydu. Ben en çok Pravda’ya takıldım. Mustafa Bey “Pravda hakikat anlamına geliyor, komunistlerin hakikati, düpedüz palavra demektir. Yani Pravda aslında palavra demektir..” diyordu..
Bizim gazetelerimizin yarıya yakını Pravda... Cumhuriyet, Hürriyet, Sözcü, Zaman, Bugün, Posta... Al hepsini çöpe postala... Tıpkı Rus Pravda’sı gibi, isimleri güzel anlamlı şeyler ama içerikleri kin, nefret, düşmanca muhalefet, seks, yalan, sapıklık, iğrenç ve haberden başka herşeye benzeyen şeylerle dolu. Biz bunlara «muayyebat cerideleri» demiştik..
Sözün kısası, hiçbir işe yaramayan palavracı bir medyamız var. Medya diyorum zira televizyon kanallarının da gazetelerinden bir farkları yok. Hattâ daha iğrenç... Hareketli görsellik olduğu için daha tehlikeli ve daha bozucu tv kanalizasyonları...
Oldum olası bu kanalizasyonlarla mücadele ettim. Daha henüz ilk birkaç özel televizyon kanalının müsaade alıp yayınlarına başladığı 90’lı yıllardaydı... Bunlar aralarında bir tek Müslüman televizyonu olmayan malûm medya idiler. O zamanlar yayın süreleri de şimdiki gibi 24 saat devam etmiyordu. Sınırlı sürelerde halkın değer yargılarına saldırıyor, milletin inancını bozmak için, dejenere etmek için ne lazımsa yapıyorlardı. Halk televizyonlara büyük ilgi duyuyor, kanal seçme şansı da olmuyordu. Zapping yok, RTÜK falan da yok...
* * *
Türkiye’nin ilk «Müstehcen Televizyonları Protesto Mitingi»ni yapan kişilerden biriyim.. Biriyim dediğim tertip komitesi olarak üç beş ihtiyarlık bir cami mütevelli heyeti ve konuşmacı olarak iki kişiden biri...
Üsküdar Bağlarbaşı meydanında bizim eski Mücadele Birliği başkanı Necmeddin Erişen ağabeyle birlikte ağaçlara monte ettiğimiz iki üç cami hoparlörü ve yine camiden ödünç alıp geldiğimiz ses tertibatı ile düzenlediğimiz, ses getireceğine kendimizin bile inanmadığı o miting, Allah’ın lutfuyla günlerce hazırlanılmış, bütün gazetelerde ilânı çıkmış, büyük finansörleri olan nice mitingden hem daha kalabalık hem daha etkili olmuştu...
İlk konuşmayı ben yaptım. Elime mikrofonu aldım, besmele çekip başladım. Bağlarbaşı meydanında mutad bulunan birkaç rastgele insan, akrabalarımdan birkaç kişi ve cami cemaatinden gelen yaşlı amcalar vardı. Yüzbinlik bir topluluğa konuşuyormuş gibi heyecanlı heyecanlı anlatıyordum. Kaptırmışım kendimi.. Bir ara merhum Necmeddin ağabey “Ercan meydan kalabalıklaşıyor.. aferin” falan dedi usulca. Bir de baktım ki, bizim meydanda birkaç yüz kişiye yakın insan toplanmış.
Daha önceden siyasi parti mitinglerinde tecrübem de vardı ama yine de bu kadarcık bir kalabalık bile beni daha bir coşturmaya yetti. Burda bir parti için falan değil, Allah için konuşuyordum. Sesim İlahiyat Fakultesi’ne kadar ulaşmış. Ya da Allah ulaştırmış. Bir baktım İlahiyat Fakultesi (Altunizade) tarafından büyük bir öğrenci grubu kortej halinde ve sloganlar atarak, tekbir çekerek bizim mıntıkaya doğru geliyor...
− Tekbiiirrrrr.... Allahuekber.....
− Konuş konuş, yer gök inlesin, utanmazlar dinlesin....
Gel de coşma. Artık ne konuştuğumu ölçmeden, içimden geldiği gibi konuşuyorum. “Bunlarda utanma yok, ar yok, namus yok... Milletin imanına, ırzına, namusuna göz dikmişler. Bunlar bozuk düzen ürünü bozuk adamların televizyonları, bunları seyretmek caiz değil. Evlerimizi kerhane yapacak bunlar. Bu şerefsizlere izin verecek misiniz?”
− Vermeyeceğiz, kahrolsunlar... Şerefsizler...
− Tekbiiirrrrr.... Allahuekber.....
Meğer ön sıraya televizyonlar gelmiş yerleşmiş, foto muhabirleri şak şak bizi çekiyor, kameralar kaydediyormuş. Bunu da bize bağıran bir bayan muhabirin sesiyle farkettim... Karı kıçı yanmış gibi bağırıyordu:
− Müdür Bey, siz nasıl Emniyet Müdürüsünüz? Önünüzde konuşuyor şu adam. Lâikliğe aykırı konuşuyor, mani olun!..
O zamanlar TAN isimli bir gazete vardı. Millet UTAN derdi. Bir sürü ayıp resimler basıp bunu da gazete diye satarlardı.. Bir nevi seks ceridesi idi bunlar. Meğer bayan onun muhabiri imiş. Doğrusu tedirgin olmuştum. Haberim bile yok. Üzerine çıkıp konuştuğum domates kasalarının birine de (Üsküdar) Emniyet Müdürü çıkmış.. Ne yapacak, karıya ne cevap verecek diye tedirginlikle bekledim.. (Aslında çok heyecanlı, şimdi tam buraya reklâm almalıyım ama bendeniz reklâmlardan pek hazzetmeyen biriyim. İki alerjim var, biri mayt denilen ev tozları içindeki böcekler.. Astım krizine yol açıyorlar. Öteki de reklâm denilen sahtekârlık.. «Ele dümdük» gibi mâsum çocukların rol aldığı reklâmlar hariç hepsine lâ’net okuyorum..)
Neyse, adamcağız birden yüksek bir sesle patlayıverdi...
− Sus be!.. Ben de şikayetçiyim televizyonlardan. Yalan mı? Çoluk çocuğumuzla az vakit geçirelim diyoruz, birden en edebsiz sahneler.. Allah topunun belâsını versin..
Tan muhabirini böyle payladıktan sonra elini omuzuma vurup, “devam et kardeşim, anlat Allah aşkına, durma anlat...” demesin mi? Rahatlamıştım ve tabi daha bir coşku. Kalabalık da biz konuşurken öylesine coşuyordu ki, karın tokluğuna çalıştırılan bu zavallı gazete ve tv muhabirlerini linç edecekler diye korktum.
Telaşla sözü değiştirdim: Dedim ki, “kardeşlerim, müslümanlar şiddetten yana değildir, öfkenizi bu rezil gazeteleri almamak, alanları uyarmakta gösterin, tá ki reziller bu milletin müslüman bir millet olduğunu anlasınlar. Allah aşkına bunun dışında bir şey olmasın, Yunus gibi ‘biz gelmedik da’vi için, biz gelmişiz sevi için’ diyelim, onlar da burada işittiklerini ve seviyeli protestonuzu yazsınlar..” gibi sözler söyleyip, ilahiyatçı gençleri ve tüm kanı kaynayanları teskin etmeye çalışmıştım.
Sonra merhum Necmeddin ağabeye mikrofonu teslim ettim... O konuşurken de kalabalığı dikkatlice incelemeye başladım. Bağlarbaşı’na çıkan yolda ve Kadıköy’e giden tarafta trafik kilitlemişti. Gelen durmuş, aracından inmiş mitingi izliyor, giden durmuş izliyor. Otobüsler ilerliyemiyor. Polis çaresiz. Emniyet müdürü oralı bile değil, memnun üstelik. Yaklaşık iki üç bin kişi olmuş meydan ve civarında..
Çevik kuvvet timleri yerlerini almış. Bizim miting emniyetin bilgisi dahilinde legal izinle yapılmıştı ama gazetelere ilân vermemiştik. Bu kalabalık tamamen Allah’ın lutfuydu. O günlerde bu televizyon kanalları sadece dindarlarda değil, cemiyetin hemen her kesiminde tiksinti uyandırmıştı. Fakat herşey o günlerde kaldı... Ne bu deliden sonra böyle mitingler yapan kaldı, ne köşelerinde konuyu işleyen. Ve din tacirleri Müslüman televizyonu kuruyoruz diyip milleti soydu. Millet baktı ki aynı rezalet devam ediyor...
Cemaat ve tarikat televizyonları gırla gidiyor günümüzde. Lâkin toplum bozula bozula her naneye alıştı, artık en ayıp şeyler olağan sayılıyor. Kadın, seks metaı oldu reklâmlarda ve sözde Müslüman tv’lerde de aynen mevcut.. Hacıbey, hacıanne önce Kur’ân dinliyor, sonra reklâm arasında bunları izliyor...
Mürekkepli basında rezillik, internet gazetelerinde aynı rezalet. Sen âyetli, hadîs-i şerîf’li yazılar yazıyorsun, Allah’ın emirlerini anlatıyorsun, tesettür diyorsun, yanına bir google reklâmı çıkıyor, bikinili bir karı... Bilmem ne tüy dökücü, bilmem ne kremi...
* * *
Ümit Kocasakal hop de orda kal...
İki gündür Çağlayan Adliyesi’ne (artık ismi Mehmet Selim Kiraz Adliyesi oldu) gelerek olay çıkaran, içeriye aranmadan girmek isteyen hukuk cellatı solcu avukatlar bu hareketleriyle teröre resmen ve alenen destek vermişlerdir.
Milletçe bunları şiddetle kınıyoruz. Bunların isimlerini bilme şansımız olursa hiçbir dâvamız için vekalet vermeyeceğiz, buradan ilân edelim. Daha yeni bir savcımızı şehid etti o avukat kılığında içeri giren lâ’net teröristler, siz neyin kafasını yaşıyorsunuz? Yuh Allah cezanızı versin emi...
İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve tayfasına Müslüman ve hamiyyet sahibi avukatlar dâva açmalıdırlar. Millet adına acilen açın dâvayı... Duruşmaya binlerce kişi müdahil olalım... 4 Nisan 2015