Ramazan Ercan Bitikçioğlu

Ramazan Ercan Bitikçioğlu

Batılılaşma Maceramız ve Seç Beğen Atatürk..

Batılılaşma Maceramız ve Seç Beğen Atatürk..

Mustafa Kemal, dehası olan bir siyasetçi idi. Lâkin ne devrimlerini ne siyasetini doğru dürüst değerlendiremiyoruz. Zira eleştirmek, onu küçümsemek adeta yasak.. Adeta dediğim, bugün biraz gevşeklik var o yüzden. Yoksa 5816 sayılı Demokles Kılıcı öyle bir şeydir ki, onu eline alan, istediği gibi önüne geleni keser, biçer...

 

Bu yüzden de körlerin fili tarifinde olduğu gibi herkesin, hepimizin (yüreğimizdeki iman, cesaret ve hamiyyet çapında) ayrı bir Atatürk’ü var..

Atatürk deyince... «Atatürk» soyadını M. Kemal paşa kendisine baskı ile cebren aldı. Yoksa kimse (vekillerimiz) ittifakla, ona “sen bizim atamızsın, en büyük sensin” falan demedi. O soyadı, bünyesinde diktatörlüğü mündemiç bir ünvandı çünkü..

Kimi sonradan anladı bunu, kimi de “ihtimal bazı kelleler gidebilir” lafıyla tırstığı için anladığı halde kabul eder göründü, sustu. Oysa ilk canına okunanlar, İstiklâl Mahkemesi kararıyla ilk idam edilenler de bu susanlar olmuştu. Kâzım Karabekir Paşa meselâ, susmadı ve M. Kemal paşa ona, çok istemesine rağmen bir kötülük yapamadı... Ne demişler korkunun ecele faydası yok demişler. Korkulmaya yegane layık olan Allah dilemedikçe kimse kimseyi öldüremez.

Adamın resimleri dahi tasnife tabidir, herkes işine gelen resmini kullanır. Kimi bıyıklı, kimi bıyıksız, kimi kalpaklı, kimi melon şapkalı... Kimileri asker resimlerini sever Mustafa Kemal’in, kimileri sivil. Hattâ atasözü gibi bir laf çıkmıştır bu meyanda, “Biz Mustafa Kemal’i severiz ama Atatürk’ten nefret ederiz” der bazı İslâmcılar...

Herkes yerine ve zamanına göre işine geleni kullanır. Evet zaten Mustafa Kemal (Atatürk) belki de sadece «kullanılmak» içindi... Halefi İsmet İnönü dahi onu kullanmış ve hastalığı ilerleyip, adam iyice âciz hale gelince, “ben rakı sofrasından emir almam” diyerek yüreğine indirmiş, adamı sirozdan önce kahrından öldürmüştü. Ölür ölmez de, selefinin paralardaki, devlet dairelerindeki resimlerini kaldırıp kendi fotoğraflarını kullandırmamış mıydı?

* * *

Neşe Düzel, birbirinden ilginç röportajları ile tanınmış bir muharrir ve muhabir. Birçoğu belgesel nitelikli röportajlarını zaman zaman arşivime kaydeder, yeri geldikçe tekrar okurum. Neşe hanım 13 Kasım 2006 tarihinde Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Cemil Koçak’la bir röportaj yapmıştı. “Atatürk”ün “Ermeni Meselesi”yle alâkalı bazı sözlerinin sansürlendiğinden yola çıkarak «Cumhuriyet dönemini, bu dönemin sırlarını, Atatürk’ün kişiliğini, devletle Atatürk’ün ilişkilerini ve bugünkü durumu» konuşmuşlardı.

Mülakatın ilginç bölümlerini ve bunlar hakkındaki bazı indî (kişisel) görüşlerimi yazmak, irtica işiyle ülke ve milletin huzurunu kaçıranları da düşündürmek istiyorum:

Neşe hanım soruyor: “Atatürk’ün bazı sözleri toplumdan bilinçli bir şekilde saklanmış olabilir mi?”

Cevap: “Şu olabilir. Atatürk’ün bazı sözleri, konjonktüre uygun düşmeyebilir. Biz, Atatürk’ü ‘büyük devlet adamı, büyük kumandan, ulu önder’ sıfıtlarıyla anıyoruz. Oysa en önemli özelliği olan siyasetçi tarafını unutuyoruz.. İsmet Paşa, ‘Atatürk’ün siyasetçiliği kumandanlığından üstündür’ diyor. Gerçekten Atatürk çok iyi bir siyasetçi. Ve bir siyasetçi, yerine ve zamanına göre aynı konuda farklı şeyler söyleyebilir, kurduğu ittifakları değiştirebilir. Bu, siyasetin doğasında (tabiatında) var. Atatürk’ün de farklı zamanlarda aynı konuda farklı görüşleri var.”

Sayın Cemil Koçak’ın siyasetçi ile ilgili söylediklerini kabul etmiyorum. İnsanları kandırarak yapılan bir siyasetin değeri yoktur. Evet siyasette (aslında politika ile siyaseti ayırmak lazım) kurnazlık vardır, hesap kitap vardır ama yalan ve kandırma «Müslüman siyasetçide» olamaz. Müslüman siyasetçi Hz. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), “bizi aldatan bizden değildir” Hadîs-i Şerîf’ini bilir ve buna göre davranır. O emanete ihanet etmez, yalan söylemez ve “emredildiği şekilde dosdoğru olur.” Taqiyye de Ehl-i Sünnet İslâm anlayışında haramdır.

Atatürk iyi bir siyasî dehaya sahipti. Kendisinin Nutuk’ta «hain» ilân ettiği ve müteveffa Ecevit’in yıllar yıllar sonra “Vahidettin hain değildi” diyerek şimşekleri üzerine çektiği Sultan Vahidettin Han da ondaki bu siyasî kaabiliyeti bildiği için Anadolu’dan mücadeleyi organize ve İstiklâl Savaşı’nı başlatma işini Mustafa Kemal Paşa’ya vermişti... Bandırma Vapuru’nu tahsis etti, Samsun’a yolladı. Kâzım Karabekir Paşa da bunu biliyordu. Böyle olduğu için gidip emrine girdi.

M. Kemal Paşa’nın “eyvah beni tutuklamaya geldi” dediği anda “emrinizdeyim paşam” deyişi bu ulvî gayeyi ve padişahın siyasî dehasıyla ona verdiği görevi bildiği içindi. Sultan Vahidettin Han’ın siyasî dehası M. Kemal Paşa’dan çok daha yüksek idi. Tek farkı Vahidettin Han övünmeyi, kibirlenmeyi sevmiyor, kendisini satmayı bilmiyordu.. Onun için mühim olan Allah rızasını kazanmak, milletine hizmet idi.

Türkiye Zaferi sadece Mustafa Kemal’in eseri değil, hasseten Kâzım Karabekir gibi büyük insanların, vatansever Sultan Vahidettin’in ve nice isimsiz kahramanın eseridir. Ve... Hiçbir popülist anlayışla değil, gerçek olduğu için zikrediyorum, Türkiye zaferi en çok da Türk kadınlarının eseridir.

Devam edelim: Neşe Hanım soruyor: “Hangi konular bunlar?”

Cevap: “Meselâ Atatürk’e Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? diye soruyorlar. 1919’da sorduklarında ‘Savaşa girilmemesi diye bir ihtimal yoktu’ diyor. Çünkü Atatürk o zaman İttihatçı’larla birlikte davranmak zorundaydı ve onları koruyor. Zaman geçiyor, Cumhuriyet kuruluyor. Aynı soru yine soruluyor. İttihatçılar için, ‘Bunlar cahildir. Birinci Dünya Savaşı’na girip memleketin altını üstüne getirdiler’ diyor. Atatürk’ün Sovyetler Birliği’yle ilişkisini ve sözlerini alın, emperyalizme ve kapitalizme karşı çıkan Bolşevik Che Guevera tarzı bir Atatürk kurabilirsiniz kafanızda. Ama aynı Atatürk camiden çıkıp Meclis’i açıyor. Hocalarla birlikte duâ ederek kurbanlarla, besmelelerle Meclis’i açıyor...”

İşte çetrefilli mesele de burada başlıyor; hangi Atatürk’ü ele alacaksınız? Hangi söylemini «Atatürk ilkesi» yahut resmî ideolojinin dogması haline getireceksiniz? Aslında vakti geçmiş bir sorudur bu. Birileri bunu istedikleri şekilde yapmışlar zaten.

O birileri bolşevik Lenin, Stalin tarzı dinsiz bir Atatürk istiyor, “müslüman Atatürk olmaz” diyorlardı. Müslümanlar olarak sizin de “biz dindar bir Atatürk’ü istiyoruz” demek hakkınız olmalı değil miydi?. Buna izin vermediler. Zira bu memleketi babalarının çiftliği gibi kendi istedikleri şekilde bir tekelistan yapmak istiyorlardı.

Bu yüzden sayın Cemil Koçak gibi, “Atatürk siyaseten zaman zaman dindar gibi davranmıştır, aslında o dine karşı soğuk, İslâm’ı Arapların dini olarak gören bir insandı biz bu insanı örnek almalıyız” diyeceklerdir. Netekim dediler de.. Hatırlayınız, Can Dündar konuyla alâkalı bir makale yazmıştı. O makale de 2006’da bahsekonu röportajdan 14 gün önce yazılmıştı. Başlığı «Atatürk’ün sansürlenen görüşleri» idi.

Ne diyordu Can Dündar? “Atatürk’e ilişkin olarak 2 önemli çarpıtma yapılıyor. Biri Batılılaşma konusunda... Diğeri din konusunda...” Can Dündar önce Batılılaşma konusunda, sonra da din konusunda iktibaslar yapmış M. Kemal’in Âfet İnan Hanıma özel olarak yazdırmak suretiyle telif ettiği «Medeni Bilgiler» kitabından. C. Dündar’ın iddiasına göre Tarih Kurumu baskılarında kitabın birçok yeri sansürlermiş. Dikkat! Din konusundaki fikirleri de sansürlenenlerden. “Din meselesine gelince... İlk Meclis’in duâlarla açıldığı ve cumhuriyete oy veren milletvekilleri arasında 100 kadar din adamı olduğu doğru... Ancak böyledir diye cumhuriyetin kökeninde ve Atatürk’ün düşünce evreninde din motifleri aramak nafile uğraş.”

(.....) “Afet İnan cumhuriyetin ilânından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi dersleri vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Kemal Paşa’ya gösterdi. Gazi beğenmedi. Yeni bir Medeni Bilgiler kitabı yazdırdı. Kitap, 1931’de Afet İnan imzasıyla çıktı; ortaokul ve liselerde okutuldu. İşte Kemal Paşa’nın el yazısıyla kaleme aldığı o notların «Millet» bölümünden satırlar: “Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiç tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu. (.....) bir kelimesinin mânâsını bilmediği halde Kur’ân’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü..”

Can Dündar devam ediyordu: “Yeterince açık değil mi? Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor?” Cevabını da kendisi veriyordu: “Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988’de basılan «Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları» kitabında yer almıyor da ondan... İnanması zor; ama kendi kurduğu kurum, Atatürk’ün notlarını sansür ederek yayımladı. «Medeni Bilgiler»i yeniden basan Örgün Yayınevi, Türk Tarih Kurumu’ndan bir özürle yeni baskı beklediklerini yazmış. Atatürk’ün okullarda okutulsun diye kaleme aldığı kitabının bile sansür edildiği bir ülkede yaşıyoruz.”

Acaba Can Dündar haklı mıdır? Bir asra yakın süredir Müslümanlar Atatürk ya da Atatürkçülük adına büyük bir dayatma ve baskı altında yaşamaktadırlar. Dindarların «mürteci» olarak görülüp, «başörtüsü» gibi en tabiî insan hak ve hürriyetlerinden mahrum edilişleri hep aynı bahane ile oldu. Kemalizm’in bazı ilkeleri Türk Anayasa’sına “değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” denilerek yerleştirildi. Haşa sümme haşa bunlar vahiy kaynaklı âyetler miydi? Neden “teklif dahi edilemeyecek”miş? Çağdaşlık bu muydu? Çağın gereklerine göre, gelişen düşünceler neden bu maddelerin yerine başkalarını teklif edemesin?

Ve bir soru daha: “Türk milletine bu durumda tavsiyeniz nedir? Vatan için can vermiş, halen de vermekte olan dindarların yerinde olsanız ne yaparsınız? Hangi Atatürk’ü seversiniz? Ya da “madem ki durum böyleymiş, bizzat kendi el yazılarıyla «dinsiz», İslâm dinini Arap’ların dini olarak gören [bunu diyen kâfir olur..REB] biriymiş o halde biz bu Atatürk’ü kabul etmiyoruz, onun soyadını da geri alıyoruz” demez miydiniz? Böyle dinsiz imansız birini nasıl olur da atanız saymaya devam ederdiniz? Evet böylesi sizce daha mı iyi?” Neşe Düzel’in röportajında da var aynı konu:

Soru: “Atatürk bugün Meclis’i böyle açabilir miydi? Açsaydı ne olurdu?”

Cevap: “İrtica denirdi buna. Atatürk siyasetçi olarak böyle yapmak zorunda olduğunu düşündü. Çünkü o dönemde İslâmî bir dayanışmaya ihtiyacı vardı.”

Soru: Atatürk’ün dinle ilgili sözlerinin de Türk Tarih Kurumu tarafından sansür edildiğini okudum gazetelerde. Bu mümkün mü?

Cevap: “Mümkün. Atatürk’ün meşhur ‘Medeni Bilgiler’ kitabındaki dinle ilgili bazı sözleri sansürlenmiş. Atatürk bu kitabında, ‘İslâm Arapların dinidir... Biz ise Türküz... İslâm bizi geriletti... Bizden uzak dursun’ havasında sözler ediyor. 1930’larda söylenmiş bu. Bizim için hangi Atatürk geçerli, bunu söyleyen Atatürk mü, Meclis’i duâyla açan Atatürk mü? Atatürk gidip camide halka hutbe de okuyor. Balıkesir’de bir camide konuşuyor. Yapacaklarını, ‘İslâm da bunları emrediyor’ diye anlatıyor. Atatürk ondan sonra hiç camiye gitmiş mi? Gitmemiş.”

“Neşe Hanım’ın röportajları belgesel niteliğinde” demiştim. Ben Atatürk konusunu burada; “gerisi herkesin kendi irfanına kalmış” diyerek kesiyorum. Yazımı son bir sual ve ilginç cevabıyla noktalayacağım:

Soru: Atatürkçülük [ya da Kemalizm... REB], Atatürk’ün ölümünden sonra mı ortaya çıktı?

Cevap: “Aslında Atatürkçülük diye bir şey yok. Atatürk var. Atatürkçülük diye bir ideoloji [ya da Kemalizm diye bir ideoloji... REB] hiçbir zaman olmadı. Atatürk’ün aklından bir ideolojik paket hazırlamak hiç geçmedi. Atatürk’ün siyaseti, duruma göre hareket etmek oldu. (.....) Atatürkçülük bir pragmatizmdir. (.....) Kazanmak için gereken neyse o yapılır. Gerekirse ittifaklar kurulur ve bozulur...”

Bugün CHP de benzeri işler yapıyor. Lâkin bazı aklıevveller hálâ oynanan oyunları göremiyor, nice mütedeyyin insanı Ak Parti aleyhine fiştaklıyorlar. CHP tekrar fırsatı ele geçirdiğinde ülkenin, Müslümanların başına neler gelebileceği kestirilemiyorlar..

Ak Parti’den şahsî menfaatim yok. İlle de Ak Parti’ye oy verin de demiyorum. Bu işin vebáli büyük, iyi düşünün diyorum. Namık Kemal, meşhur «İntibah» romanına ikinci isim olarak «Son Pişmanlık Fayda Vermez» demiş. Okumadıysanız okuyun bu romanı, zaten hep okuyun.

Vasiyetim olsun, birilerinin işkembe-i kübradan salladıklarına inanıp, sonra dizlerinizi dövmek istemiyorsanız, bolca okuyun. Son pişmanlık nedir? İş işten geçtikten, geri dönülmez yola girildikten sonraki nedamettir!.. 25 Nisan 2015

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ramazan Ercan Bitikçioğlu Arşivi