Kıbrıs’ta Barışın Anahtarı
Barış Yazıları-13
Kıbrıs’la ilgili ana-yavru tartışmasını Kıbrıs’ı tanımak, anlamak ve Kıbrıs sorununun çözümüne katkı yapmak için bir fırsat olarak görüp daha fazla gerginliğe vesile olacak bir şekle dönüşmesinden özellikle kaçınmak gerek. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve KKTC’nin yeni seçilen cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın karşılıklı beyanlarını istismar etmek için alesta bekleyen farklı ölçeklerden birçok aktör varken yeni açıklamalarla gerilimi derinleştirmenin hiç kimseye faydası yok.
KKTC ne Türkiye’nin 82. vilayeti ne de eşit iki ülke. Ana vatan-yavru vatan ilişkisi vefâ, saygı ve himaye değerleri ve anlayışı çerçevesinde sürerken, Ada’nın jeostratejik ve tarihi öneminden dolayı elbette Türkiye’nin hem garantör ülke olma özelliği hem de Ada ile tarihi bağlarından dolayı stratejik bir zihniyetle ve kapsamlı bir planla soruna yaklaşması gerekir. Kıbrıs Türk ve Rum toplumları hiç şüphesiz sorunun iki esas tarafı. Bu itibarla özellikle Kıbrıs Türk toplumunu kazanmaya yönelik çalışmalar sorunun çözümü yolunda hayati önemde. Garantör ülkeler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin Kıbrıs’a yönelik politikalarının bir uzlaşma noktasında buluşup buluşmayacağı artık daha çok Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) gibi küresel aktörlerin soruna yaklaşımları ve bu kuruluşları da etkileyen BMGK üyelerinin, özellikle ABD ve Rusya’nın denge siyasetlerinin istikametine ve Kıbrıs’ı hangi bağlamda pazarlık konusu yapacaklarına bağlı. Ne Enosis ütopyasının ne de Taksim realitesinin Ada’da ‘barışın anahtarı’ olmayacağı artık gün gibi âşikâr…
Kıbrıs’ın Britanya’ya kiralanmasının üzerinden 137 sene, İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhak etmesinin üzerinden 90 sene geçti. Yunanlıların İngiliz valisinin konağını yakmasının üzerinden 84 sene, Kıbrıs’ın bağımsızlığını kazanmasının üzerinden 55 sene geçti. Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu BM’ye götürmesinin üzerinden 61 sene, BM’nin Ada’ya barış gücü (UNFICYP) göndermesinin üzerinden 51 sene geçti. Türkiye’nin Ada’ya asker çıkarmasının üzerinden 41 sene, Kıbrıs Türk Federe Devleti(KTFD)’nin kurulmasının üzerinden 40 sene, KKTC’nin kurulmasının üzerinden 32 sene, Annan Planı’nın üzerinden 11 sene geçti…
Tüm bu tarihi arkaplanı gözden kaçırmamakla birlikte sadece son 11 senede bile köprünün altından çok sular aktı. Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu özellikle son 11 senede çözüm odaklı birçok adım attı ama sorunun başta Rum tarafı olmak üzere diğer tarafları bugüne kadar sorunu çözme noktasında ayak sürüdüler. 840 bin nüfuslu Kıbrıs Rumları, Ada’nın bütünlüğü üzerinde egemenliklerinin tanınması, ekonomik üstünlük ve AB üyeliği gibi avantajları kullanarak bu ayak sürümeye destek oluyorlar. Bu desteklerinde de Türkiye’nin AB üyelik talebini, doğal gaz rezervlerini ve bölgesel krizlerin tetiklediği yeni ittifakları (Mısır, Yunanistan ve İsrail) koz olarak kullanıyorlar. Ancak Yunanistan’daki ekonomik kriz, siyasi meşruiyet tartışmaları, ekonomik büyümedeki yavaşlama, KKTC’nin tanınma ihtimali, Ada’daki mülkiyet rejiminin Kıbrıslı Türkler lehine değişmesi Kıbrıs Rumlarını endişelendiren ve aslında çözüme yöneltmesi gereken faktörler.
Öte yandan, yaklaşık 300 bin nüfuslu Kıbrıs Türk toplumunun en güçlü yanının ise Ada’daki Türk ordusu ve Türkiye’nin Yunanistan’a nispeten ekonomik ve siyasi gücünün artış yönünde olduğunu görmek gerek. Bununla birlikte Taşınmaz Mal Komisyonu ve Türkiye’nin su projesi gibi fırsatlar da Kıbrıs Türk toplumunun diğer avantajları.
40 yılı aşkındır Kıbrıs’ta müzakerenin tüm usulleri ve çeşitleri denendi ama henüz “barış inşâsı için bütün yollar tıkandı” denemez. Kıbrıs’ta ‘barışın anahtarı’ sadece Kıbrıslıların elinde hiç olmadı; bugün de değil. ancak Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu birbirini iyi anlayıp, ittifakla, Kıbrıs için yeni bir barış modeli ortaya koyabilir. Sorunun diğer taraflarının şu an için nihai çözüm ve sürekli barış istemedikleri çok ortada çünkü...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.