Herkes kendi işine baksa!..
Bir dostum geçen ay Almanya’ya gitmişti.. Ramazan’ın başında döndü. Bu sene iftar davetlerine geçmiş yıllarda olduğu gibi katılamadığım için dostumla ancak önceki akşam ilk defa evin dışında katıldığım bir iftarda karşılaştık. Sohbet sırasında Türkiye’de fırtınalar kopmasına yol açan Deniz Feneri davasını sordum. Olaydan Almanya’da kimsenin haberi bile olmadığını vatandaşların bu tür konularla ilgilenmediğini, meselenin ilgili mahkeme ile davada suçlananları ilgilendirdiği anlatarak geçmiş yıllarda da Almanya’da uzun süre kaldığı için bu ülkede seçim kampanyalarının bile bize hiç benzemediğini, adayların belli yerlere afişlerini asmakla yetindiklerini, bizde olduğu gibi, mitingler olmadığını, olsa bile sınırlı sayıda olduğunu her yerin bayraklarla donatılması gibi bir alışkanlık olmadığını belirterek dışarıdan bakan bir kimsenin Almanya’da çoğu zaman bir seçim kampanyasının yürütüldüğünü anlamasının zor olduğu anlattı. Deniz Feneri olayında da Alman yönetimini ilgilendiren en önemli hususun toplanan paraların kayıt dışı yollardan mı yoksa resmi işlemler tamamlanmış olup olmadığının değerlendirildiği, devletten vergi kaçırılıp kaçırılmadığı olduğunu söyledi.
Elbette sistemi oturmuş, belli kurallar içinde yürüyen bir ülkede olması gereken de budur. Ne var ki, bizde işler öyle yürümüyor. Bir soruşturmamı söz konusu, ilgili ilgisiz hemen herkes harekete geçiyor, herkesten görüş alınıyor, hatta hukuki bakımdan nasıl bir sonuç çıkması gerektiği üzerinde bile tartışmalar günler boyu sürüyor. Halbuki bu ilgili ilgisizler(!) ortada bir soruşturma ve dava konusu varsa bu işin sadece mahkemelerin işi olduğunu düşünecek olsalar, böylesine herkesin kapısı çalınmaz, siyasi parti liderleri bile devam eden mahkeme konusunda kıyameti kopartmaz, kopartamazlardı.
Aslında olması gereken hususunda fazla bir görüş ayrılığı olmamakla birlikte olayların seyrine baktığımızda farklı gelişiyor.
Söz gelimi bu ülkede din konusunda herkes yüksek perdeden ahkam kesmekten hiç çekinmez.. Bu mesele benim alanım değil demez. Ramazan münasebetiyle televizyonların proğramlarına bazen bakıyorum da dini konularda hiçbir bilgisi olmayan, bilgisi olsa olsa kulak dolgunluğundan ibaret birtakım kişiler oturdukları yerde ahkam kesiyor, kendilerini izleyenlerin de öyle düşünmesi ve inanması gerektiğini savunuyorlar. Tam küstahlık ve megolamanlık örneği değil mi?
Adli yılın açılışında yüksek yargı mensupları konuşma yapıyorlarken bir de bakıyoruz İslam dininin günün şartlarına göre yeniden yorumlanması gerektiğini söylüyorlar. Yargının işi dinin yeniden yorumlanması mıdır? Bu konu yargıyı ilgilendirir mi? Böyle olunca da bir başka toplantıda birileri de çıkıp yargıya yönelik birtakım görüşler ileri sürüyor.
Genç gazeteci kardeşlerimle sohbet ederken bazen dile getirdiğim bir husus vardır.. Bu memlekette herkes, hadi herkes demeyelim her gazete okuyucusu müthiş birer gazetecidir, bir gazetenin nasıl olması gerektiği konusunda bu işe 30-40 yılını vermiş bir gazeteci karşısında saatlerce nutuk atabilir diyerek bir toplumsal çarpıklığımıza dikkatlerini çekmeye çalışmışımdır. Bu tiplere çok şahit olmuşumdur.. Adam doktordur, mühendistir, esnaftır, ziraatçıdır ama gazete konusunda saatlerce konuşabilir.. Halbuki gazeteci kalkıp bir doktora muayenenin nasıl yapılması ya da bir mühendise projenin nasıl çizilmesi gerektiği hususunda akıl vermeye kalkmaz. Çünkü; bu doğru değildir.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki herkes kendi asli işi dışında bütün konularda bilgi sahibi.. Daha doğrusu kendisini öyle sanıyor.. Halbuki herkes kendi işini yapsa, kendi alanında en son gelişmeleri takip etmeyi görevi bilse de başka alanlarda da o alanların ilgilileri konuşsa, fikir yürütse daha iyi olmaz mı?
Bu anlayışın sebebini araştırdığımızda milleti güdülmesi gereken bir sürü gibi algılayan anlayışla karşılaşıyoruz. Bir dini konuda yargı mensubu fetva vermeye, hatta bu konu ile ilgili kuruma sorma ihtiyacı bile duymadan kendi anlayışına göre hüküm vermesi sadece dine zarar vermez, yargıyı da zedeler. Kısacası, her olayda tüm kurumlar devreye girmeye devam ettiği sürece kimse kendi işini doğru dürüsüt yapamaz, yapamıyor. Bunun sonucu olarak ufak bir meselede bakıyoruz ki ülkemizde fırtınalar kopuyor. Yargıya intikal etmiş bir mesele hemen başta tüm siyaset erbabı olmak üzere tartışılmaya başlanıyor. O davanın görüldüğü mahkeme savcı ve hakimi de nedense herkes kendi işine baksın, bizde kendi işimize bakalım deme gereği duymuyor. Sanıyorum Almanya ya da bir başka Batılı ülke ile aramızdaki fark bu noktada ortaya çıkıyor. Alman savcı ya da hakim yürüttükleri davaya burnunu sokan siyasetçiye “Siz kendi işinize bakın, yürütülen davayı da kendi iç politikanıza alet etmeye kalkmayın” diye kapıyı gösterebiliyor.. Böyle olunca da herkes kendi işi ile ilgilenmek mecburiyetinde kalıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.