Diktatörün Ölümü
12 Eylül darbesinin mimarı öldü. Bir darbe mağduru olarak bazı şeyler yazmanın şart olduğuna inanıyorum. Evren son günlerini tutuklama korkusu içinde geçirdi. Aldığı müebbet hapis cezası hayatını kabusa çevirdi. Yargılanırsam intihar ederim diyen bir zamanların güçlü ismi, ceza almamak için her yolu denedi.
Bizim kuşak asırlık tecrübeyi birkaç on yıla sığdıran bir nesil. Darbeler, işkenceler, zulümler hayatımızın bir parçası haline geldi. Biz baharı hapishanelerde bırakan bir nesiliz. Gençlik diye bir dönemimiz olmadı. Çıktığımızda mevsim çoktan sonbahara erişmişti.
Derdim, yaşayamadıklarımızın acısını çıkarmak değil. Kul hakkı hiçbir hakka benzemez. Yarın büyük mahkemede yaşadığımız her anın hesabını vereceğiz. Derdim, bizim yaşadıklarımızı bizden sonrakilerin yaşamaması, daha yaşanılabilir, daha huzurlu bir Türkiye’de yaşamaları…
Darbelerden çıkarılacak ilk ders mahkemenin kimseye mülk olmadığıdır. Hiçbir saltanat, hiçbir ikbal ebedi değildir. Gücü elinde bulunduranların bunu hiç unutmaması lazım. İkincisi adaletten ayrılmamaktır. 12 Eylül en çok yasa dışı uygulamaları dolayısıyla tartışılıyor. Hapishaneleri işkencehaneye çeviren, asmayıp beslese miydik zihniyetiyle tutuklulara hayat hakkını çok gören bir süreç yaşadık. Binlerce insan işkenceden geçti, yüzlercesi sakat kaldı, onlarcası öldürüldü. Bugün koca bir topluluk hala 12 Eylül’ün yaralarını taşıyor.
12 Eylül darbesi yapıldığında toplumun kahir ekseriyeti çok şükür şu terör belasından kurtulduk diye bayram ediyordu. Darbeciler büyük bir toplum desteği ile iktidarı ele geçirdiler. Ama bir süre sonra toplum darbenin gerçek yüzü ile karşı karşıya gelince durumu anladı. Bugün tenkitçisinin alkışçısından fazla olmasının sebebi budur. Darbe yasa tanımadığı için bütün bir topluma suçlu muamelesi yaptı. Devletten babalık bekleyenleri devlete düşman etti.
Diyarbakır cezaeviyle ilgili çok şey duymuşsunuzdur. İşkence genel bir uygulamaydı ancak Diyarbakır meseleyi etnik istismara götürdüğü için daha ön plana çıkarıldı. Kürt kökenli vatandaşlarımızı kışkırtmak, etnik bir mağduriyet duygusu yaratmak için hep Diyarbakır işkencelerinden söz edildi. Oysa Mamak’da, Kayseri’de, Erzincan’da, Metris’de Diyarbakır’dan farklı değildi. Ama vatandaşı kucaklamak,ikna etmek yerine ezme düşüncesi PKK’nın ekmeğine yağ sürdü. Darbenin gadrine uğrayan soluğu dağda aldı. Bugün devasa bir Kürt sorunu ile uğraşıyorsak biraz da bu bize 12 Eylül’ün hediyesidir. Darbelerin yan etkileri sayılamayacak kadar çoktur.
O dönemle ilgili iç kanatıcı çok şey yazabilirim. Ama kendimle ilgili yazmaktansa asılan iki arkadaşımla ilgili bir anımı paylaşmakta fayda görüyorum. Manisa Ülkücüler davasından yargılanan Halil Esendağ ile Selçuk Duracık 4-5 Haziran 1983 tarihinde Buca Cezaevinde idam edildiler. İdamlarını beklerlerken bazı politize olmuş aşırı solcu subaylar nöbetlerinde hücrelerine giderek bugün hazır mısınız gibi sözlerle onları korkutmaya maneviyatlarını sarsmaya çalıştılar. Düşünebiliyor musunuz iki üç gecede bir subay gelip o gece idamların infaz edileceğini ima ediyor ve siz seccadenizin üzerinde sabaha kadar sizi götürmelerini bekliyorsunuz. Bu, arkadaşlarımıza defalarca yapıldı.
İdam almış insanlara bile psikolojik işkence yapmak hangi ahlaka sığar?
Balyoz, Ergenekon davalarında yargılanan bazı subaylar kimse bize sahip çıkmadı diye zaman zaman şikayet ettiler. Size niye sahip çıkılsın, bunları yapan veya bunları yapanları bünyesinde barındıranlara niye sahip çıkalım? Askeri kışlalarda işkence görmek, asker tarafından tartaklanmak bütün ezberlerimizi, algılarımızı değiştirdi. Darbenin en yıpratıcı, en zararlı tarafı da budur. Kendi askerinize olan güveninizin, itimadınızın sarsılması…
Şimdi Evren ilahi huzurda. Zamanı gelince bizde gideceğiz. Ama gitmek var, gitmek var. Dualarla da Allah’a gidilir.. Beddualarla da… Önemli olan arkanızda bir hoş sada bırakabilmenizdir. Bakınız kimse ölümden kaçamıyor işte.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.