‘Çevremizle Barışalım’ Korosu
Türkiye’nin etrafındaki ‘ateş çemberi’ni ve son yıllarda gerginlik yaşadığı ülkelerin durumunu ve bölgenin içinden geçtiği şartları sağlıklı okuyamayan çevreleri ciddiye alıp dinleseniz sanırsınız ki Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet komşularla ilişkileri kesmek için hususi bir gayret göstermişler, bile isteye Suriye, İsrail ve Mısır’la ilişkileri kesmişler… Bu anlayışa sahip muhalefet partilerinden diplomatlara, medyadan STK’lara hatta akademiye kadar bir çok kesimden gittikçe daha yüksek sesle “çevremizle barışalım!” ezberi yükseliyor son günlerde. Bu romantik ve kulağa hoş gelen temenniyi seslendirenlerin “Nasıl?” sorusunu da cevaplandırmaları gerekiyor…
İlginçtir, aynı çevreler, Ak Parti hükümetlerinin ‘komşularla sıfır sorun’ politikasına da karşı çıkmışlardı. “Sıfır sorun da mı olur?” diye tenkit edenler, bu idealist politikanın sebep olduğu ivmeyle bazı komşularla geliştirilen iyi ilişkileri de hazmedemiyorlardı. Geldiğimiz noktada, benim bildiğim kadarıyla, hükümetten veya Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan durduk yere herhangi bir ülkeye karşı ilişkileri kesme isteği yahut husumet arzu eden bir beyanat sudûr etmedi, aksine bu ülkelerden olumlu adımlar beklenerek ilişkileri tamir etme meyli daha baskındı hep. Olan biten, sözkonusu ülkelerin bu dönemde halkının isteklerini görmezden gelip katliam yapan (Suriye), seçilmiş hükümet ve lidere karşı darbe yapan (Mısır), hukuksuzca işgal ettiği topraklarda işlemediği insanlık suçu kalmayan (İsrail), bölgede mezhepçi terör politikaları güderek ‘DAEŞ tepkisi’nin doğmasına zemin hazırlayan (Irak ve İran) ülkelerin Türkiye’nin de sorumlulukları bulunan bir coğrafyada Türkiye ve bölgenin geleceğini tehlikeye atacak adımlar atmış olmaları ve bu adımları atarken de bölgesel ve küresel ittifaklarla hareket etmiş olmaları…
Hâl böyleyken bugün hiç de gerçekçi olmayan “çevremizle barışalım!” korosunun samimiyetine inanmak çok zor. Hem Türkiye bu ülkelerle savaş halinde değil; ilkesel bazı şartlar yerine gelinceye kadar, uzun vadede bölgenin kurtuluşuna vesile olacak şekilde, halklardan ve mazlumlardan yana ve darbelere, teröre ve zulme karşı tavır alıyor, mevcut hükümetlerin eskiden olduğu gibi hukuksuzluklarına, barbarlıklarına göz yummuyor, hepsi bu. Bu siyaset tarzı, zor olan yol, ağır bedelleri var ama Türkiye’nin istiklal ve istikbali için bir o kadar da kıymetli neticeleri doğuracak bir yol.
Uluslararası ilişkilerde duyguların değil gerçeklerin ve menfaatlerin esas olduğu doğrudur ama bu gerçek, iki yüzlü, ilkelerinizden tavizler verdiren, beşerî gerçekleri görmezden gelmenizi gerektiren, tarihi sorumluluklarınızı unutturan bir politikayı uygulamak zorunda olduğunuz anlamına gelmez. Türkiye için uzun vadede bu tarz bir politika menfaatlerine tamamen aykırı bir politika olacaktır. Türkiye’nin ve bölgenin menfaati, refahı ve barışı meşruiyetten ve ittifaktan geçiyor. Bugün Türkiye’ye meşruiyetten, işbirliğinden, halkların iradesinden yana olduğu için tavır takınılıyor ve uluslararası bir kuşatma uygulanıyorsa bu, Türkiye’nin doğru yerde durduğunu, politikalarının teslimiyetçi olmadığını, normalleştiğini ve bu noktada sebat etmesi gerektiğini gösteriyor. Meseleye insafla bir de bu açıdan bakalım.
Hiç şüphesiz bu durum dış politikamızın yüzde yüz başarılı olduğunu, bölgesel ve küresel çapta idealist politikaları uygulayacak ekonomik, askeri, teknolojik ve beşerî kapasitemizin, kurumlararası koordinasyonumuzun yeterli olduğu anlamına gelmiyor. Ancak bu yetersizlik ve kapasite eksikliklerimizinden ve çevresel şartlardan kaynaklanan olumsuzluklar, mevcut dış politikayı başarısız gibi gösterme hakkını kimseye vermez. Aksini iddia edenlere ‘alternatif bir yol’ sorun isterseniz, alacağınız cevap size doğru adresi gösterecektir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.