Önce Kendimizi Bilmeli…
Daha önceleri yazdığım bir yazıda şu ifadeleri kullanmıştım:
“Dünyanın bir kalbi vardı. Artık durmuş. ‘Ölü Canlar’ın bol olduğu bir dünyanın kalbi elbette atmaz. Nefes almanın bile insanı bunalttığı bu dünyada herkes her şeye karşı. Dünya ontolojik birlik ve bütünlüğünü yitiriyor. Elbette eylemlerin de ritmi bozuluyor. Ahlaki devamlılık ve istikrar yok artık. İnsanın insana ve kendine yabancılaştığı bir dünyanın tasviri, her türlü anlam ve değerin yok sayılmasını meşrulaştırmaya kadar götürür insanı. Çağımız ne kadar din, değer ve ahlaktan bahsederse bahsetsin, bir o kadar da nihilist.”
Nihilizm, her türlü değerin zorunlulukla yanlış olduğu inancı, kolayca kabul edilebilecek bir durum değildir. Buna rağmen günümüzde nihilizme giden yolu açanların hepsinin bir takım değerler adına hareket ettikleri gerçeği de tam bir ironi olarak karşımızda duruyor. Post-modern bir zihniyet, eylemleri meşrulaştırma adına tıkır tıkır işliyor. Oysa meşruiyet sorunu, görece zeminlerin garantisine dayanamaz. Eylemler meşruiyetlerini genel ilkelerden almalı.
İslam Dünyası’nın kendi eliyle İslam’a zarar verdiği bir dönem, tam da bu nihilizmin ayak sesleri gibi. Çünkü dinin emriyle politikanın gerekleri çatıştığı zaman dinin gereklerini değil, politikanın araç değerlerini kullanıyorsanız; süreç odaklı olmaktansa sonuç odaklı hareket etmeyi hedefleyip sürece ait ahlaki zaafları dini söylemle örtmeye çalışıyorsanız; bilin ki, aklınız ve bedeniniz eğitilmiş ama gönlünüz ve vicdanınız terbiye edilmemiş demektir.
Gönül ve vicdan terbiyesine ihtiyacımız var…
İnsanın gönlü, bütün bir varlığa merhamet ile bakabilmeyi sağlar. Vicdan, adaletin en kuvvetli zeminidir. Merhamet ve adalet, en yüce iki insani erdemdir. Merhametsiz olmak ile adaletsizlik, her türlü sınırsız kötülüğü de beraberinde getiriyor. İyi, güzel ve doğru olandan ayrılanların merhamet ve adalet konusunda zaafları olduğundan şüphe etmek mümkün görünmüyor. Merhamet, ıstırap içinde olanlarla hissiyat birliği sağlarken adalet, hak olanın vuku bulmasını temin ediyor. Merhamet, bencilliğin panzehiri ve başkalarıyla olan iletişimimizin başlangıç noktası iken adalet, her türlü oluşumlar arasındaki düzensizliği yok etmenin en kuvvetli dayanağı haline geliyor.
Sorun, insan olma sorunu. Lakin şucu veya bucu olma insan olmanın önüne geçmiş durumda. İnsan olma, şahsiyet olmak ile mümkün. Şahıs, her türlü doğal ve fiziki çevrenin üstünde hatta doğal ve fiziki olanın tersine eylemde bulunabilen ve bundan dolayı da sorumluluk, özgürlük gibi nitelikleri yanında kendisi üzerinde egemenlik kurabilip başkalarıyla olan farklılığının da farkında olabilendir. Bütün bunlar, insan olmayla, daha doğru bir ifadeyle insanın kendisini tanımasıyla ilgili. İnsanın ilgisi hep kendi dışına, başkasına çevrilmiş durumda. Düşüncenin insanın kendi üzerine dönmesi, kendi durumunun muhasebesini yapmasının gerçekleşmesi gerekiyor öncelikle. Kendi iç dünyasında ve şahsında uyumu kuramamış, bölük-pörçük halde bulunanların adaleti ve vicdanlarında olması gereken merhameti gerçekleştirmelerini beklemek kadar saflık olamaz artık.
İdeallerimiz amaçlarımızı belirliyorsa, amaç değerlerimiz ile araç değerlerimiz yer değiştirdiyse hangi konumda bulunursak bulunalım, hangi dünya görüşüne sahip olursak olalım, aynıyız demektir. Savunduğumuz değerler arasında fark olduğu halde eylemlerimiz ve yöntemlerimiz arasında fark yoksa ahlaki bakımdan aramızda fark yok demektir.
İlk taşı atacak kimse yok maalesef…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.