1437’ye Girerken İslâm Dünyası
Yarın hicrî yeni yılın ilk günü; 1436’ya vedâ edip 1437’ye “merhaba” diyeceğiz…
Geçen yüzyılın hemen başında Osmanlı Devleti ve sömürgelerden ibaret olan İslam Dünyası, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte paramparça oldu ve yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye, İran ve Afganistan dışında ‘bağımsız’ ülke kalmadı neredeyse.
Hilafetin kaldırılması ise uluslararası sistemden İslam Dünyası’nın çıkartılması anlamına geliyordu ki o gün bugündür, İslam Dünyası, küresel sistemin merkez bir aktörü değil, çevresel ve edilgen bir faktörü haline getirildi; dışlandı!
2. Dünya Savaşı sonrasında başlayan iki kutuplu yapı içerisinde ‘bağımsızlık’ mücadeleleri Pakistan’la başlayıp en son Kosova ile son noktaya ulaşan ulus-devletleri meyve verdi.
Geçen yüz yılın üçüncü çeyreğinde Filistin, Keşmir, Kıbrıs, Moro, Doğu Timor gibi ihtilaflı ve işgal altındaki bölgelerle ilgili küresel aktörlerin çifte standartlı tavırları İslam Dünyası’ndan Batı’ya karşı ilk tepkilerin yükselmesine vesile oldu.
İslam Dünyası’nın merkezi, kalbi ve beyni gibi olan ve siyasi tarih açısından doğan liderlik pozisyonu olan Türkiye’de ise bu süreçte İslam’a dayalı tüm kavram ve kurumlar tasfiye ediliyordu.
Hicret’ten bu yana geçen 1436 senenin en karanlıklı dönemini İslam Dünyası, hicrî 14. yüzyılın ilk yarısında yaşadı diyebiliriz.
İSLÂM MEDENİYETİ TARİHTE Mİ KALDI?
İslam Dünyası’nın yaşadığı kültürel krizlerin zirveye çıktığı son asırda standart üretemeyen, ekonomik gerilikle ve kültürel bunalımla boğuşan Müslüman toplumlar ‘alt kültür’ limanına demir attı. Osmanlı’nın son dönemi medreselerindeki tûtileşen ilim adamlarını bile arar oldu bu dönemde Müslümanlar. Medyadan mimariye, kültürden sanata, edebiyattan iktisada hemen her sahada tercüme ve ithalata mahkûm olduk. Maddi anlamda, beşeri sermaye açısından ve jeopolitik ve jeokültür yönünden dünyanın en zengin kaynaklarına sahip olan İslam Dünyası sürekli jeopolitik dışlanmaya ve iç çatışmalara maruz kaldı.
1969’a kadar toplanıp istişare etmeyi bile beceremeyen İslam ülkeleri, Mescid-i Aksa’nın kundaklanması üzerine bir araya gelebildiler, ancak bugün Mescid-i Aksa işgal ediliyor, yakılıp yıkılıyor, Mescid’e girişler yasaklanıyor, İslam ülkeleri liderleri bir araya gelip İsrail’e “dur” bile diyemiyorlar. Kudüs’ü bağımsızlaştırmak için kurulan ve ‘konferans’tan ‘işbirliği’ne dönüşen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın adı var kendi yok artık!
İslam Dünyası’nın en önemli gücü olan ve Müslüman nüfusun % 54’üne tekabül eden 24 yaş altı gençliğin darbelerle, işgallerle, zorba rejimlerle ve Batı medeniyetinin fantazileriyle gelecekleri çalınırken Ümmet’i ayağa kaldıracak ne ulemâ ne umerâ var bugün. Olanlar da binbir türlü tuzaklarla örülü yollarda yürümeye mecbur ediliyor.
1437’Yİ ZEHİR EDECEKLER!
1437’ye günler kala Türkiye’nin başkentindeki terör saldırısı ve her geçen gün tırmandırılan terör eylemleri, İslam’ın ilk kıblesi Mescid-i Aksa’ya yönelik kısıtlama ve Gazze’ye hava operasyonu, DAEŞ fitnesinin İslam’a ve Müslümanlara vurduğu darbelerin şiddetlenmesi, Suriye’ye Rus işgali ve kirli ittifakın hava ve kara harekâtları, Mısır darbe rejiminin zulmünün kalınlaşması ve daha pekçok olumsuz gelişme, önümüzdeki yılın da İslam Dünyası için huzurlu geçmeyeceğinin işaretleri…
Kısır siyasi çekişmeler ve partizan motivasyonlarla İslam Dünyası’nın geleceğine hizmet edilemeyeceği çok açık. Balkanlardan Kafkasya’ya, Türkistan’dan Afrika’ya kadar İslam Dünyası sahip olduğu zenginlikleri güce ve avantaja dönüştürecek kuşatıcı bir stratejik zihniyete ve ittifaka muhtaç bugün.
Ümmetin âlimlerine, entelektüellerine ve siyasilerine nefislerini bir kenara bırakıp samimi bir şekilde çalışmak düşüyor. Şöyle bir başımızı kaldırıp etrafa baktığımızda ise manzara hiç ümit vermiyor ve korkarım bu gidişatla 1437’yi de bize zehir edecekler!
19 Muharrem’de (1 Kasım) gerçekleştirilecek seçimler her açıdan hayat-memat meselesi oldu…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.