Kandıran suçlu da kananın suçu yok mu?
Başbakan Davutoğlu’nun Meclis’te grubu bulunan parti liderlerinden randevu talebi ile başlayan gelişmeler HDP ile görüşme, “Aynı masaya oturmayız” sözleri son buldu. Başbakan Davutoğlu’nun bu noktaya gelinmesine HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın düne kadar kendine inanmış bir takım çevreleri de şaşırtan, hatta, ‘Kendimizi ihanete uğramış kabul ediyoruz’ şeklinde değerlendirmelere yol açan bağımsız devletten söz etmesi, Türkiye’nin bölünme ihtimallini gündeme getirmesi ile Sırrı Süreyya Önder’in Başbakan ile yapılacak görüşmeyi, “Çatışmaların durması gerek, yoksa bir kaçak çayımızı içer, gider” şeklindeki sözleri ile değerlendirmesi Başbakan’ın HDP ile randevuyu iptal etmesine yol açtığı belirtiliyor. Kısacası, AK Parti iktidarı boyunca yaşanan aldatılmalar ve yanılmalar serisinin devamı olarak yeni bir yanılma/yanıltılma gündeme geldi. Aslında HDP’nin tavrı hep netti. Belki gerçek niyet açıkça ifade edilmiyordu ama ifade edilmeyen niyeti bilmek ve anlamak için devletin tepesinde bulunmaya, özel istihbarat bilgilerine sahip olmaya gerek yoktu.
Herkes biliyordu, HDP’nin terörün son bulması hususunda bağımsız olarak karar verme durumu söz konusu değildi. Bu köşede sıkça dile getirdiğimiz gibi HDP terör örgütünü yok sayarak siyaset yapamayacağı, varlığını koruyamayacağı gibi terör örgütü de dış destekler olmadan varlığını koruyamazdı. Bu gerçeği görmek ve bilmek için olayları doğru değerlendirmek yeterlidir. Buna rağmen siyaset gereği bilinen bazı gerçekler bilinmezden ve görmezden gelinebiliyor, gerçekler böyleymiş gibi takdim edildiği takdirde sadece yöneticiler kendilerini kandırmış olmuyor toplum da bir yanlışa inandırılıyor. Söz gelimi HDP ve İmralı devreye sokularak terörün sona erdirilebileceği çözüm süreci adı atında topluma sunuldu ve toplumun büyük bir kesimi de buna medya aracılığı ile inandırıldı. Aradan iki yıl geçtikten sonra çözüm sürecinin sadece terör örgütünün şehirlerde yapılanmasına zemin hazırladığı, barışa giden yolun geri dönüşü olmayacak şekilde kapatıldığı görüldü.
Bu arada bazı siyasiler ve medya mensupları Demirtaş’ı demokrat, HDP’yi de Türkiye partisi şeklinde topluma sundular. Ancak, gelinen noktada Ertuğrul Özkök duygularını, “Sana ‘hain’ demiyoruz. Ama bil ki ihanete uğradık. İnanmıştık çünkü. İnanmıştık Türkiye’nin partisi olduğuna” şeklinde dile getiriyor. Kandırmak yalancılık demektir. Kandıranın, yalancının suçlu olduğunu söylemek doğrudur ama her söylenenin önünü arkasını düşünmeden, araştırmadan inananlarda aynı suça ortak olmazlar mı? Özellikle ülke yönetiminde bulunanlar, kamuoyunu yönlendirenlerin her söylenene inanmak konusunda daha araştırmacı olmaları gerekmez mi? Bunun da ötesinde eğer yanıltılmalar ve yanılmalar ülkemiz ve insanımız için kayıplara yol açıyorsa buna sebep olanların bir bedel ödemesi gerekmez mi? Özellikle siyasi sorumluluk mevkiinde bulunanların bu bedeli siyaseten ödemeleri gerekirken gücü ellerinde bulundurmaları sebebiyle sadece kendilerini kandıranların bedel ödemesini adil bulmak mümkün mü?
İktidar partisi geçen 13 yıllık süre içinde her başarıyı kendisine mal ederken her başarısızlığı aldatıldık/yanıltıldık gibi gerekçelere bağlayarak kendini sorumluktan kurtarıyor. Çözüm sürecinin takdimi de böyle bir hava içinde yapıldı, sonuçsuz kaldığında da sebep aldatılmak olarak izah edildi. Şimdi ise tüm geçmişe sünger çekilerek yeni anayasa konusunda ve özellikle terörün sona erdirilmesi gibi konuları görüşmek üzere HDP’den randevu talep edildi, ardından da ‘HDP ile aynı masaya oturmayız’ açıklaması geldi. Hâlbuki HDP’nin çözüm süreci döneminde de, randevu talep edildiği sırada da pozisyonu aynıydı. Bugün söylediklerini yıllardan beri bu kadar açık olmasa da cümle aralarına sıkıştırarak dile getiriyorlardı. Bu bakımdan HDP ve terör örgütü konusunda bir yanıltmadan çok yanılma söz konusudur. Bu bakımdan artık iktidarın benzer yanılmalarının tekrar etmemesi gerekiyor. Çünkü bazı yanıltılmalar ülkemiz ve insanımıza büyük zararlar veriyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.