Dış politika değişikliği ve müzakere için silah bırakmak!..
Medyada aynı gün birbirinden farklıymış gibi görünen ama birbirini tamamlayan iki haber yer aldı. Haberin ilki AB’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ın açıklaması idi. Bass açıklamasında özetle, “PKK müzakere için silah bırakmalı” diyordu. İkinci haberde ise Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un basın mensupları ile buluşmasında dış politikada değişikliğin zaruri olduğuna dair söyledikleri yer alıyordu. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Bass’ın sözleri ilk bakışta belki yadırganmayabilir ama silah bırakmaya davet ettiği terör örgütünü 30 yılı aşkın bir süreden beri koruyan ülkenin ABD olduğu düşünülürse bu ülkenin büyükelçisi tarafından silah bırakmaya davet edilmesi bunun müzakere masasına oturtulmak için yapılması dikkat çekicidir. Türkiye’nin 30 yılı aşkın bir süreden beri PKK terör örgütü ile süren mücadelesinin sadece silah bırakmak karşılığı müzakere masasına oturup oturamayacağı mümkün olup olamayacağı önemlidir. Belki bu teklif yıllar önce çözüm süreci adı altında başlatılmış ve görüşmeleri de kapsayan dönem içinde gerçekleşmiş, bunca kan akmamış olsaydı büyükelçinin bu çağrısı belki bir anlam ifade ederdi. İşin bu boyutunu büyükelçinin bilmemesi mümkün değil. Bilerek böyle bir çağrıda bulunuyorsa o zaman bu hakkı kendinde nasıl buluyor? Çünkü kurdukları bu örgütü her alanda destekleyerek bugünlere getirdikleri, Türkiye’ye büyük zararlar verdirdikleri terör örgütünü koruma görevlerini sürdürüyorlar demektir. Yapılan çağrı tek yanlı olarak terör örgütüne yöneliktir, silahı bırakıp masanın karşısında yer almaları isteniyor. Böyle bir çağrıyı yapmadan önce öncelikli olarak kendi hükümetinin görüşünü almış, ona göre hareket etmiştir. Ayrıca Türk hükümeti ile de bir görüşme yapmış, ona göre otaya çıkmış olması gerekir. Eğer kendi hükümeti ile görüştü, onların tavrı istikametinde bu açıklamayı yapmış ise mesele farklı bir boyut kazanır.
Bu noktada Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un dış politika değişikliğinin zaruri hale geldiği açıklamasının aynı zamana denk gelmiş olması bir tesadüf müdür bilmiyorum. Yani, PYD konusunda olduğu gibi ABD’nin PKK’ya desteğinin devam etmesi, ABD’nin en fazla Türkiye’yi PKK terör örgütü ile masaya oturtmaya çalışması dış politikada yeni arayışlara yönelme ihtiyacı mı duyuldu?
Hemen belirteyim ki, dış politikayı genellikle çıkarlar belirler. Bir de bunda inanç beraberlikleri önemli etkiye sahiptir. Türkiye yıllardan beri inanç beraberliğini esas alan dış politika uygulamalarını terk ederek tercihini Haçlı ittifakından yana yapmıştır. Buna rağmen Haçlıların dostluğunu ve desteğini sağlayamamış, bu tercihten hep zarar görmüştür.
Bu gerçeğe rağmen Türkiye ABD ve AB’ni öncelikli dost ve müttefik olarak kabul ve b u yönde hareket etmiştir. Her şeye rağmen dost bildiği düşmanlarının çıkarlarını kendi çıkarlarına tercih etmiştir. Ne var ki, özellikle Irak ve Suriye olayları uyguladığımız dış politikanın yanlışlığını gizlenemez şekilde göstermiştir. Sanıyorum bunun sonucu olarak dış politikada değişikliğe ihtiyaç olduğu telaffuz edilmeye başlanmıştır. Başbakan Yardımcısı’nın dış politika değişikliği zarureti açıklaması Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından nasıl karşılanır bilemeyiz ama bu köşeden çeşitli kereler dile getirdiğimiz noktaya gelindiği görülüyor. Son olarak birkaç gün önce özellikle Suriye’deki çatışmalar sebebiyle iktidar yanlısı medyada sıkça Rusya ve İran aleyhine haberlere yer verildiği, sanki PKK ve PYD terör örgütlerini kuran ve her türlü desteği veren ABD değilmiş gibi davranılmasının yanlış olduğunu vurgulamıştım. Son açıklama ile bir bakıma yanlıştan dönülmesi gerektiği anlaşılmış ama söylenen istikamette dış politika değişikliği yapılabilir mi onu da zaman gösterecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.