Doğruyu söylemek, doğru uygulama anlamına gelmiyor
Gazetemiz ülkemizin her alandaki sorunlarını, özellikle öncelikli olarak ele alınması gereken konularını her fırsatta dile getiriyor, ilgililerin ve kamuoyunun dikkatine sunuyor. Böylece görevini yapmış oluyor. Ama esas görev sorumlu mevkilerde olanlara düşüyor. Bu arada Saadet Partisi de her fırsatta ülkenin doğusundan batısına göçe ve bunun tehlikeli sonuçlarına dikkat çekiyor. Nedir göçlerin ortaya çıkardığı ya da çıkaracağı tehlikeli sonuçlar sorusu akla gelebilir. Bunun çeşitli sonuçları olabilir ama bugün için işin tarımsal boyutunu ele almak istiyorum.
İç göç olayı kırsal alanlardan şehirlere gidişi hızlandırdığı için, ağırlıklı olarak tarım alanları boşalıyor. Böyle olunca da tarım alanları kendi haline terk edilirken, hayvancılık da geriliyor. Bunun sonucudur ki, dışarıdan canlı hayvan ve et ithalatı ile buğday ithalatı gündeme geliyor. Yani bir tarım ülkesi olarak bilinen memleketimiz tarım ürünleri ithal etmek zorunda kalıyor. Olay sadece boşalan alanlardaki tarım arazilerin kendi haline terk edilmesinden de ibaret kalmıyor. Bu defa göçe muhatap olan bölgelerde de tarım arazileri yerleşim ve sanayi alanlarına dönüştürülüyor. Çünkü hızlı göçün mesken ihtiyacının karşılanmasında ilk akla gelen yerler tarım arazileri oluyor. Televizyonlarda hemen her gün yayınlanan tarım alanlarının yerleşime açılmasının tehlikesine dikkat çeken kamu spotları da bir işe yaramıyor. Yayınlanan kamu spotları ne yapılması, neyin yapılmaması gerektiğini bildiğimizi ama uygulamalarımızın bildiğimiz bu gerçek istikametinde olmadığını gözler önüne seriyor.
Bu bakımdan özellikle tarım arazilerinin konuta ve sanayi sitelerine tahsis edilmesi ülkemiz için ciddi sorunlara yol açacağına inanılıyor ve kamu spotları bu gerçeğe dikkat çekmek için yayınlanıyor ise uygulamada tüm ilgili kurumların bu gerçeğe uygun hareket etmesi gerekir. Yerleşime yönelik planların hazırlanmasında tarım alanlarının korumasının öncelikli mesele olması gerekiyor. Ne var ki, devreye rant girince hem tarım alanlarının sahipleri hem de ilgili kurumlar bu cazibeden kendilerini koruyamıyorlar. Söz gelimi imar planları geçene kadar bir tarlanın dönümü 3-5 bin lira iken planın kesinleşmesi ile birlikte özellikle büyükşehirlerin etrafında bir anda milyonerler ortaya çıkıyor. Belki bir anda zengin olanlar hallerinden memnunlar ama ülke olarak buğdayımızı, etimizi dışarıdan ithal etmek zorunda kalıyoruz.
Tarımdaki gerilemenin sebebini tek başına tarım alanlarının yerleşime açılması ile izah etmek de eksik bir değerlendirme olur. Tarımla uğraşan insanlarımızın emeklerinin karşılığını alamamaları da bu konuda önemli bir husus. Tarım ve hayvancılığa yönelik tüm teşvik uygulamaları şimdiye kadar istenen sonucu vermedi. Bundan sonra vermesi en büyük arzumuzdur. Ancak, teşviklerin araziye değil de üretime verilmesi, hem çiftçiyi hem de tüketiciyi korur. Çünkü geçmiş yıllarda arazilerin ekilmesi karşılığı dönüm başına teşvik uygulamaları gündeme geldi. Bazı sonuçlar da alındı. Ancak, uygulamada bir takım usulsüzlükler devreye girdi. O zamanlar özellikle Akdeniz Bölgesi’nde bu alanda yaşananlara köşemde dikkat çekmiştim.
Sonuç olarak demek istediğim o ki, hangi alanda olursa olsun doğrunun tespit edilmesi ve bu doğruların dile getirilmesi yetmiyor. Söz ve uygulamaların tespit edilen bu gerçekler doğrultusunda olması gerekiyor. Bu ülkede asırlar boyu yerleşimlerin dağların yamaçlarına yapılmış olması, tepelere yerleşmiş insanların da tarım ve hayvancılığı da etraflarındaki düz alanlarda yaptıkları biliniyor. Bugün belki artan nüfus ve kırsal alandan göç sebebiyle artık şehirlerin etrafındaki tepelerin konut ihtiyacını karşılamaya yetmediği söylenebilir. Ancak böyle bir yaklaşım gerçeği yansıtıyor olsa da esas meselenin rant olduğunu unutmamak, bir takım baskı ve taleplere yenik düşerek tarım alanlarının yerleşime açılmasının önüne geçilmesi gerekiyor. Çünkü böyle giderse ithal etmek zorunda kalacağımız tarım ürünlerine para bulmakta sıkıntıya düşebiliriz. Bu bakımdan öncelikli olarak özellikle sanayi tesislerinin belli bölgelere yığılması önlenerek yaygın sanayileşmenin gerçekleştirilmesi şarttır. Geçmişte yerleşimlerin tepelerde olması güvenlik sebebine bağlanıyor olsa da, geçmişte binalar bir ya da iki katlı iken şimdi insanlar gökdelenlere yığılıyor. Bu bakımdan olayı sadece güvenlikle izah etmek yanlışımıza kılıf bulma gayretinden öte geçmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.