DP'de yeni dönem (mi?)
Mehmet Ağar, pazar günü yapılan DP 4. Olağanüstü Kongresi’nde aday olmayarak 22 Temmuz seçimlerinin partisine çıkardığı faturayı ödedi.
DP’nin yeni lideri, partide “çiller’in prensi” ünvanıyla anılan ve partinin son yıllarda yıldızı parlayan genç kuşak temsilcilerden Süleyman Soylu oldu.
Kongrede Soylu’yu destekleyenlerin, çiller’le özdeşleşmiş beyaz atkıyla boy göstermeleri, Soylu’nun kendi adaylığını “Beyaz Yürüyüş” olarak nitelemesi vs. de, çiller’le arasında kurulmaya çalışılan paralelliği ima eder nitelikte.
Soylu’nun “emanetçi” olduğu ve birkaç ay sonra yapılacak ilk olağan kongrede yerini çiller’e bırakacağı da siyasi kulislerde konuşuluyor.
Mehmet Ağar’ın desteklediği çağrı Erhan kongreyi kazansaydı, “emanetçi” değerlendirmesi belki onun için de yapılacaktı.
Ancak bence DP’de yaşanan kriz, liderle veya emanetçi olup olmamakla izah edilemeyecek denli büyük ve kapsamlı.
Kişilerden ziyade partinin, içine yuvarlandığı ideolojik krizle ilgili.
DP’liler bu krizi hakkıyla değerlendiremeyip sırf kişilerle ilgili sandığı sürece, başa kim gelirse gelsin, partiyi ayağa kaldıramayacaktır.
Daha önceki bir çok yazımda da ifade etmiştim;
Türkiye’nin çok partili hayata geçmesiyle birlikte kurulan merkez sağ partiler, öncelikle tek parti dönemi CHP’sine duyulan büyük rahatsızlığın bir reaksiyonu halinde kristalize oldular.
Elbette DP geleneğini sadece tepkisellikle izah edecek değilim ama partiye hakim genel özün, “CHP’ye egemen siyaset felsefesinin tersine sahip olmak” şeklinde tecelli ettiğini söyleyebiliriz.
CHP, devleti asıl unsur, milleti ise devleti tahkim ve takviye eden bir enstrüman olarak görmeyi yeğlerken, merkez sağ partiler ise genelde milleti asli unsur, devleti ise millete hizmet etmenin bir aygıtı olarak görmüş; biri “millet devlet içindir” derken diğeri “devlet millet içindir” demiştir.
Merkez sağ, dünyadaki gelişmelere paralel olarak donuklaştığını hissettiği bazı yaklaşımlarını, zaman içerisinde “dönüştürücü” bir çabaya girmiştir.
örneğin ikisi de “merkez sağ lider” sayılmasına rağmen, Demirel ile özal arasında bir çok bakımdan büyük anlayış farklılıkları olmuştur.
Bir çokları, merkez sağın halen içinde bulunduğu çıkmazı, bu partilerin özellikle 12 Eylül sonrası süreçte büyük yolsuzluklara bulaşmış olmalarına bağlıyor.
Yolsuzluklar da bir ölçüde etkilidir ama yolsuzlukları, yaşanan trajediyi izahta yegane etken olarak görmek doğru da değildir, haklı da.
Merkez sağ partiler, çeşitli kritik süreçlerde esas varlık nedenleri olan demokrasi, özgürlükler ve milli iradeyi temsil konusunda sık sık yalpalayan, tökezleyen ve otoriter devlet anlayışına prim tanıyan bir görüntü çizdikleri için, büyük bir siyasal/ideolojik kriz içine de girdiler.
özal sonrası ANAP’ın yavaş yavaş yaşamaya başladığı kriz, 28 Şubat sürecinde merkez sağın diğer partisi DYP’yi de içine alarak tam anlamıyla bir çöküşün başlangıcı oldu.
RP’nin “daha çok refah ve daha çok özgürlük” sloganıyla gittikçe güçlenmesi, ANAP ve DYP’nin varlık anlamını hayli zorlamaya başlamıştı.
Bu partinin, antidemokratik süreçlerde kapatılması ve bu süreçlerde merkez sağ partilerin oynadıkları roller, onları büsbütün hırpaladı ve anlamsızlaştırdı.
Tam da bu süreçte kurulan AK Parti ise, merkez sağa ait olduğu varsayılan birçok düşünceyi sahiplenerek, halkın büyük teveccühüne mazhar oldu ve her iki sağ partiyi de anlamlı ve gerekli olmaktan büyük ölçüde uzaklaştırıp siyaseten tasfiye etti.
DP ve ANAP, AK Parti’ye muhalefet etmek adına CHP’yle aynı kulvara girdikleri izlenimi veren birçok tavrı sergilemekten bile çekinmediler.
özellikle Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde sergilenen tavrın seçmen tarafından nasıl da affedilemez bulunduğunu bizzat parti yöneticileri seçim sonrasında itiraf etmediler mi?
Kimse boş yere karmaşık siyasal analizler yapmaya kalkışmasın.
Merkez sağın temel trajedisi, yolsuzluklar, şu veya bu değildir; ideolojik kimlik krizlerine sürüklenerek, şu veya bu ölçüde CHP'lileşerek siyaseten anlamsızlaşmak ve gereksizleşmektir.
Bundan sonra yeniden siyaset sahnesinde hayatiyet bulmaları da lider değiştirmekten ziyade, içine yuvarlandıkları ideolojik krizi aşmalarına bağlı.
Süleyman Soylu’nun siyasal geleceğini belirleyecek olan da, bu yolda göstereceği performans olacak.
----------
münaşaka
Türbanı, çözülmesi gerekli bir sosyal sorun olarak gördüğünü belirten TBMM Başkanı Köksal Toptan, “Ancak anayasa ile, bana göre türban sorunu çözülmez. Anayasada, ‘üniversitelerde türban serbesttir’ diye bir hüküm olmaz. O zaten Anayasa tekniğine de uymaz” demiş.
Valla, vatandaş bu sorunun “nasıl çözülemeyeceğini” öğrenmekten usandı Sayın Başkan.
Biraz da “nasıl çözüleceğini” işitmek istiyor!..
------------
sözünözü
Politika, çoğu zaman sorunlara yanlış teşhis koyma ve uygunsuz tedaviler uygulama sanatıdır.
(Ernest Benn)