Siyaseti çirkinleştirmek siyasetçiye zarar verir
Ömrüm boyunca pek çok seçim kampanyası yaşadım. Son 50 yıllık dönemdeki seçimleri de bir gazeteci olarak yakından izledim. Zaman zaman kampanyaların sertleştiği oldu, hatta çirkinleştiğine de şahit olduk. Ne var ki, bu yönde işler giderek çekilmez hale geliyor. Bir bakıma insan siyasetten soğuyor. Bu arada tarafı olduğunuz siyasi partiye karşı bir de yalan kampanyası sürdürülüyorsa, insan öfkeleniyor. Çünkü seçime girmeye hak kazanmış partiler ve seçime girmelerinde hukuki bir engel bulunmayan başkan adaylarının aynı şartlar altında yarışı sürdürmesi gerekir. Bu bir haktır. Siyasi rekabet ve koltuk uğruna bazı siyasilerin kendileri dışındakileri hain ilan etmesi, teröristlerle aynı safta tutması, kısacası kendi iktidarlarının devamı uğruna hiçbir hak, hukuk tanımayışları, sadece kendilerinde hak olarak görmelerinin makul bir izahı yoktur. En azından ben izah bulmakta güçlük çekiyorum.
Bu noktada özellikle AK Parti-MHP ittifakı dışında kalan partilerin Kandil’in emrinde olduğunun ilan edilmesi bir siyasi yarışı daha baştan hukuk dışına itiyor. Özellikle Cumhurbaşkanı’nın CHP-İP ve HDP’nin ittifak halinde olduğu, kıyısından köşesinden Saadet Partisi’ni dâhil etme gayreti ve söylemi, bunların birlikte Kandil’den talimat aldıkları yönündeki iddiaları ister istemez insaf denen duygunun yitirildiğini düşündürüyor. Çünkü Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu hiçbir parti ile ittifak halinde olmadıklarını, bütün seçim bölgelerinde kendi adayları ile seçime girdiklerini sıkça açıklamasına rağmen aynı iddiaların sürdürülüyor oluşu, hatta buna bir de bazı yandaş gazetecilerin çanak tutması inanın 50 yıllık severek yaptığım mesleğimden soğumama sebep oluyor.
Unutmamak gerekir ki ister genel, ister mahalli seçim olsun tüm partilerin sandıktan çıkan sonuca rıza göstermesi, sandığa atılan her oyu da içine sindirmesi gerekiyor. Bana verilen oylar iyidir, benim dışımdakilere verilen oylar hainlere gider mantığı gerçekten inanılarak savunuluyorsa o vakit seçim yapmanın bir anlamı yoktur. Tüm bunları söylerken siyasilerin birbirlerini eleştirmelerine karşı değilim. Eleştiri yalan ve iftiraya dayanmadığı, projeler bazında olduğu sürece mutlaka yapılmalı. Her parti kendi yanlış ve eksiğini görmelidir. Ama seçime girmiş partilerin bazılarına verilen oyların terör destekçilerine gideceği ileri sürülüyorsa, o zaman o partilere oy veren seçmenler de terör destekçiliği ile itham edilmiş olmaz mı? Kısacası, siyasilere düşen iş kendilerini ve ne yapmak istediklerini topluma anlatmalarıdır. Toplum dinlediklerinin ışığı altında kararını verecek, oyunu belirleyecektir. Bu belirlemenin ardından sandığa atılan oyların vereceği sonucu tartışmaktan çok, her partinin kendini yeniden değerlendirmeye tabi tutması gerekiyor. Demokrasinin bundan başka türlü uygulaması söz konusu değil. Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurları, halkın oyu da kimlerin yönetime geleceğini belirlemede tek ölçüdür.
Elbette, siyasete bir takım art niyetlilerin sızması da mümkündür. Bunların tespiti emniyet güçlerine ve yargıya düşer. Hiç kimsenin kendini yargının yerine koyma ve kendi çıkarları doğrultusunda verdikleri kararları topluma dayatma hakkı yoktur. Hem de hangi makamda olurlarsa olsunlar. Belli makamlarda bulunuyor olmak kesinlikle insanları kanunların üstüne çıkamaz, çıkmamalı. Eğer çıkma hakkını kendilerinde görürlerse bir başka günde başkaları kendilerini yasaların üzerinde görürler ki, böyle bir tekrar ülkemizin yıllardan beri çektiği sistemsizliğin devamına hizmet eder, bundan da siyaset ve siyasetçi en büyük zararı görür. Çünkü yıpranırlar.
Siyasilerin sıkça söyledikleri, “Sandık ne diyorsa başımızın üstüne” yaklaşımı bir söz olmaktan çıkıp eylem haline gelebilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.