Toplumsal sorunlara çözüm nasıl bulunacak?
Toplumdaki farklılıkların bir mozaik, bunun ise toplumumuz için bir zenginlik oluşturduğunu tekrarlayıp dururuz. Ancak, bu farklılıklara tahammül söz konusu olduğunda kesinlikle o tahammülü gösteremeyiz. Her farklı kesim toplumun tümünün kendisi gibi olmasını, kendisine benzemesini ister. Aksi halde ötekileştiriverir. Böyle olunca da toplumsal sorunların aşılması mümkün olmaz. Buna bir de toplumsal linç kültürü eklenince bir kesim çıkıp bazı haklarının verilmediğini ileri sürdüğünde hemen kampanya başlatılır. Farklıklarının kabulünü isteyenler bu tepki karşısında susmak zorunda kalırlar ya da fırsatını bulunca kendilerini dışlayanları dışlama yolunu seçerler. Böyle olunca da toplumda kimse kimseyi dinlemeye bile gerek duymaz. Birbirini dinlemeye gerek duymayan kesimlerin birbirine tahammül etmeleri mümkün olabilir mi?
Bunun sebebi nedir? Niçin birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu bile bile barış içinde yaşamak varken birbirimize yan bakarak yaşamaya kendimizi mahkum ederiz?
Bu soruya verebileceğimiz cevap elbette çoktur. Sosyologların ya da psikologların kısacası toplum bilimcilerin bir takım nitelendirmeleri vardır. Ancak benim aklıma bu sorunun temelinde ezber toplumu oluşumuzun yattığı geliyor. Öyle bir ezber toplumu haline gelmişiz ki, ezbercilik genlerimize işlemiş. Her hangi bir konuda ezbere ters düşen bir düşence ya da davranışla karşılaştığımızda bir anda tepki gösteriyoruz. Çünkü ezberin bozulması için beynin devreye girmesi gerekiyor. Halbuki beynimizin devreye girmesini, düşünmeyi kısacası kafa konforumuzun bozulmasını bir türlü kabullenemiyoruz. Bizim adımıza hep birilerinin düşünmesini öylesine benimsemişiz ki artık ortaya çıkıp farklı bir şey söyleyenleri kabullenmek mümkün olmuyor.
Ezberin bozulması endişesi farklılıklara karşı tepkiyi gündeme getiriyor. Tepki göstermek için söylenenlerin doğru ya da yanlış olması önemli değildir. Bir şey benim ezberime ters düşüyorsa reddi gerekiyor, anlayışımız bu.
Özellikle sosyal olaylarda bu sıkıntıyı bütün şiddeti ile yaşıyoruz. İnsanları belli bir kalıba sokmanın peşindeyiz. Konuşmalarda düşünce özgürlüğü ya da inanç özgürlüğü gibi kavramları savunuruz ve savunurken de çoğu zaman samimiyizdir ama iş uygulamaya geldiğinde yani birileri bu memlekette insan hak ve özgürlüklerinin gerçekten Anayasa teminatı altında olduğunu düşünerek bir takım taleplerde bulunmaya kalktığında hemen yaftalar ve mahkum ediveririz. Böyle bir ortamda hak ve özgürlüklerin yaşanması mümkün olabilir mi?
Daha doğrusu bir kesim her türlü özgürlüğü sonuna kadar yaşayabilirken önemli bir kesim bu dar çevrenin insafına ve merhametine sığınmaya mecbur edilir. Çünkü hak ve hukukun yorumu bile bu memlekette kişiden kişiye farklılık arz edebilir. Böyle olduğu için zaman geçtikçe insanlar seslerini yükseltmeye, bazı isteklerini sıralamaya başladıkça ülkemizde sanki kıyamet kopuyor sanırsınız.
İşin garip tarafı bu ülkede imparatorluk döneminde bile tartışma konusu olmayan insanların sonuna kadar yaşadıkları farklılıklar günümüzde bazılarınca tehlike olarak algılanıyor. Bu işte bir çelişki yok mu?
Bu çelişkilerden kurtulmadan nasıl olacak da farklılıklara rağmen birlikte yaşama kültürünü geliştireceğiz, ezber kültüründen kurtulacağız? Daha doğrusu herkes kendi ezberine sahip çıkarak ama farklı ezberlere de tahammül göstermeyi öğrenecek. Bu değişimi gerçekleştirmeye mecburuz, bu sağlanamadan demokratik ve özgürlükçü bir toplum olma iddiaları havada kalmaya mahkum değil midir? Bir diğer ifade ile toplumsal sorunlarımızın çözümü farklılıklara tahammülden geçiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.