Bu, boğazımızı sıkmak değilse nedir?
Ekonomik krizin ardından IMF’den borç almak gündeme gelince Başbakan Erdoğan, “Alacağımız borç için ümüğümüzü (boğazımızı) sıktırmayız, buna izin vermeyiz” demişti. Bu sözler aradan geçen bunca zamana rağmen tartışılıyor. Elbette ülkemizin bir başka devlete ya da uluslararası kuruluşa bağımlı hale gelmesini, ne yapıp yapmayacağımızı bunların belirlemesini hiç kimse istememesi gerekir. İsteyen olur, bundan zevk alan çıkar mı bilemem ama şahsen bu tür bağımlılığı onur kırıcı bulurum.
Ancak, eğer bir ülke IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası sermayenin tahsildarlarından borç talebinde bulunmuş ise bu kuruluşların şartlarını da peşin olarak kabul etmiş demektir. Bunun aksi söz konusu değildir. Ülkemizin yönetimine müdahale etmek, yönlendirmek ve bir takım şartlar dikte ettirmek anlamına gelen bu kuruluşların şartlarına muhatap olmamanın yolu bunlara muhtaç olmamaktan geçer.
Başbakan’ın ümük sıktırmamak üzerine yaptığı açıklamanın arkasından yazdığım bir yazıda bunun mümkün olmadığını, borç alacaksanız borç verenin şartlarını da kabul etmek zorunda olunacağına dikkat çekmiştim.
Bu tahminimizde yanılmayı çok istememize rağmen aradan uzun bir süre geçmeden IMF ile yapılan pazarlıklar medyada yer almaya başladı. Çünkü, IMF öyle şartlar ileri sürmüştü ki bu şartların kabulü AKP’nin ilk seçimde iktidardan uzaklaşması ve halkımızın perişanlığı, ülkemizin sefalete sürüklenmesi anlamına geliyordu. IMF’nin şartları net bir şekilde kamuoyuna açıklanmadı, kıyısından köşesinden bazı bilgiler sızdırıldı. Sanki ağır şartlara kamuoyu alıştırılmaya çalışılıyordu. Şartlar parça parça açıklandıkça boğazımızın sıkılmasına izin vermeyiz derken çoktan IMF’nin boğazımıza sarıldığını, nefes almakta zorluk çektiğimizi hissetmeye başladık.
IMF’nin her zaman istediği ilk şart yatırımların kısılmasıdır. IMF ile alış-veriş yapan her ülke yatırımlarını azaltmak hatta sıfırlamak zorunda kalmıştır.
Yatırımların kısılması demek büyümenin gerilemesi ya da durması, işsizliğin artması, üretimin azalması anlamına geliyor. Tüm bunlar ise özetle fakirleşmek demek. Fakirleşmek yeni borçlanmaları gündemle getiriyor. Kısacası IMF’ye teslim olmak ile esaret altına girmek arasında fazla bir fark yok.
Çünkü, IMF ile anlaşma yapan bir ülke artık kendi çalışanına istediği zammı yapamaz, asgari ücreti günün şartlarına göre belirleyemez. IMF ne buyurmuşsa onun dediklerini yerine getirmekle görevli hale gelmiş demektir.
Kaldı ki, şu günlerde daha IMF ile anlaşma bile imzalanmış olmamasına rağmen verilen sözler uygulanmaya başlanmış bulunuyor.
Bu durum 2009 yılı bütçe yasa tasarısındaki bazı ödeneklerden yüzde 10 ile yüzde 16.5 arasında kesintiye gidilmesi ile ortaya çıktı.
AKP milletvekilleri tarafından verilen ve TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen önergeyle genel bütçeli idarelerin mal ve hizmet alım giderleri bölümünde yer alan miktarlarda önemli kesintiler yapıldı. Buna göre Tarım Bakanlığı bütçesinin yüzde 10’u tırpanlandı. Milli Eğitim, Adalet, Sağlık ve Ulaştırma Bakanlıkları’nın bütçesinden de yüzde 16.5 kesinti yapıldı. Böylece söz konusu bakanlıkların yatırımlarında bu ölçülerde kesinti yapılmış oldu. Halka verilecek hizmet önümüzdeki yılda yeterli düzeye ulaşamayacak.
Bu arada Karayolları Genel Müdürlüğü ile Devlet Su İşleri (DSİ) bütçelerinde de yüzde 16.5 kesintiye gidildi. GAP projesini yürüten ve buna ağırlık veren DSİ bütçesindeki kesinti bu alanda yapılan çalışmaların da sekteye uğramasına yol açacak. Terörü önlemek için Doğu’nun kalkınmasına öncelik verilmesi gerektiği düşünüldüğünde IMF bize verdiği borç karşılığında doğunun kalkınmasında önemli bir yeri olan GAP projesini engelleyerek teröre de destek vermiş olmuyor mu?
Elbette DSİ sadece GAP ile uğraşmıyor. Ülkemizin sulu tarıma geçiş ve bunu yaygınlaştırmada önemli projeleri DSİ yürütüyor. Görünen o ki önümüzdeki yıl DSİ de yatırımlarını ya durduracak ya da yavaşlatacak. Benzer durum Karayolları için de geçerli,
Karayolları Genel Müdürlüğü bütçesinden yapılan yüzde 16.5 kesinti sebebiyle öyle anlaşılıyor ki duble yol çalışmaları da yavaşlayacak ya da yapımı ertelenecek.
Tüm bu gelişmelere rağmen bu ülkeyi yönetenler “Ümüğümüzü (boğazımızı) sıktırmadan IMF ile anlaşma yolundayız” diyebiliyorsa benim söyleyecek fazla bir sözüm olamaz. Çünkü, belli ki aynı dilden konuşmuyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.