Dünya seyrediyor... Çünkü ölenler Müslüman
Çin'in Uygur Türklerine karşı giriştiği katliam soykırım boyutlarına ulaştığı halde Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), NATO, ABD ve Rusya katliamı seyretmekle yetiniyor, hatta böylesine bir katliamı Çin'in iç işi şeklinde nitelendirerek katliama destek vermiş oluyorlar.. Benzer durum İsrail'in Gazze'de Filistinli kardeşlerimize karşı giriştiği saldırı ve soykırım sırasında da yaşanmıştı.. Yani yukarıda sözünü ettiğimiz uluslararası örgütler ve ülkelerin iki olay karşısındaki tutumlarında tam bir benzerlik söz konusu. Bu benzerlik farklı biçimlerde değerlendirilip yorumlanabilir.. Ancak, her iki olayda da saldırıya uğrayan, katledilenlerin Müslüman oluşu ortak noktayı oluşturuyor. Öyle anlaşılıyor ki dünyanın neresinde olursa olsun saldırıya uğrayan ve katledilenler Müslüman ise BM, AB, ABD'yi fazla ilgilendirmiyor.. Onların sözünü ettiği insan hakları ve özelliklede yaşama hakkı Müslümanlar için düşünülmemiş(!) ve geçerli değil.
Çin saldırısını ABD, AB ve BM'nin kınayamamış bile olması sanıyorum ibret vericidir. Elbette, sözünü ettiğimiz sessizlik Çin'in nükleer ve ekonomik gücüyle de yakından ilgilidir. Ancak, sözünü ettiğimiz güç kınamaya engel değildir.. Belki yaptırım uygulama konusunda belirleyicidir. Bu arada Çin'in Birleşmiş Milletler Güvelik Konseyi'nin 5 daimi üyesinden birisi olması BM'yi kilitleyen önemli bir sebeptir. Ancak tüm bunlar ilk sırada gelen sebepler değildir, olmamalıdır. İnsan hakları savunuculuğunu kimselere bırakmayanlar bu tavırlarında samimi iseler yeri geldiğinde bedel ödemeyi göze alabilmelidirler. Ya da gereksiz yere her fırsatta insan hakları savunuculuğu yapmamalıdırlar. Çünkü samimiyetsizlik artık çok açık görülüyor.
Bu noktada sanıyorum BM'nin yapısının ve varlığının tartışılmasının gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Çünkü, artık kesinlikle ortaya çıkmıştır ki, BM sadece Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin çıkarlarını korumak üzere görev yapıyor. Adı Birleşmiş Milletler olmakla birlikte 5 ülkenin hakim olduğu bir örgüt durumundadır. Bu 5 üye istemediği takdirde BM karar alamaz, alsa bile söz konusu kararların uygulama imkanı yoktur.
Böyle bir dünya üzerinde İslam Dünyası'nın haklarının korunması, uğradıkları haksızlıkların giderilmesi için uluslararası örgütlerin harekete geçmesi söz konusu olmuyor. Hatta bir söz konusu kuruluşlar ve ülkeler bir takım eylemlerin tetikleyicisi görevini üstleniyor..
Netice itibariyle Çin'in Uygurlara karşı uyguladığı saldırıları "Dünya seyrediyor" olarak nitelendirmek gerçeğin ifadesidir ama eksiktir.
Bu tespiti yaptıktan sonra dönüp bir de kendimize bakmamız gerekiyor. Hemen belirtelim ki günümüz dünyası gücün hakim olduğu bir dünyadır. Böyle olunca da peşin olarak güçlüler her zaman haklıdır gibi bir netice çıkıyor. Böyle bir dünyada, yani güçlünün zayıfı parçalayıp yediği bir dünyada ayakta kalmanın, didiklenmemenin, yolu yardım arayan değil yardım edebilen bir ülke konumuna gelmekten geçiyor. Eğer bu durum tek bir ülke ile gerçekleştirilemiyorsa İslam Dünyası'nın tek yumruk haline gelmesi, ulaşacağı ekonomik ve askeri güç sebebiyle en azından caydırıcı bir konuma ulaşması gerekiyor.
Meseleyi sadece kendi ülkemiz açısından ele alacak olursak İslam Dünyası için yaptığımız değerlendirmeyi Türkiye için de yapmak durumundayız. Emperyalist güçlerden borç almak için uğraşan bir Türkiye'nin o emperyalist güçlerin karşısına çıkması, tavır koyması mümkün olabilir mi? Tavır koysa bile etkili olması düşünülebilir mi?
Hatırlanacağı gibi Cumhurbaşkanı Gül'ün Çin gezisinin ardından kısa süre içinde Çin ile bilmem kaç milyar dolarlık iş bağlantısı yapıldığı haberleri sevinç çığlıkları arasında medyamızda yer aldı. Yani Çin ile ticaretimizi geliştirmenin gayreti içindeyiz. Hatta iş adamlarımız için Çin pazarı adeta can kurtaran simidi gibi.. Böyle takdim ediliyor. Bu takdim doğru ise Türkiye Çin katliamı karşısında ciddi bir tavır koyabilir mi?
Türkiye 1950'li yıllardan beri safını NATO askeri ittifakı ve ABD'nin yanı olarak belirlemiştir. Kısacası yüzünü Batı'ya dönmüş, dönmekle de kalmamış kendisi için kurtuluş yolu olarak Batı'yı görmüştür. Günümüzün iktidar partisi de bu yönde adımlar atmakta AB'ye girebilmek için yoğun bir çabanın içindedir.
Yaşanan bunca tecrübeye rağmen görünen o ki, bu ülkeyi yönetenler hala kurtuluşu AB ve ABD'nin safında görüyorlar. Bu yolun çıkmaz olduğunu yüzlerce olay göstermiş olmasına rağmen yanlışta ısrar ediliyor. AB'ye girmek için gösterilen çaba Erbakan Hoca'nın kuruluşunu gerçekleştirdiği D-8 hareketinin aktif hale getirilmesi için harcanabilseydi sanıyorum yer yüzünde bugün Türkiye ve müttefikleri daha belirleyici olabilirlerdi.
Çin vahşetinin ardından yeni bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.