Uzlaşma noktasında uzlaşmak!..
Hemen her konuda sıkça uzlaşmadan söz ediliyor. Siyasete de bu uzlaşma isteği damgasını vuruyor. Ama bir türlü uzlaşma sağlanamıyor, belli bir noktada buluşmak mümkün olmuyor. Galiba nerede uzlaşacağımızda uzlaşma sağlayamıyoruz.
Söz gelimi sorunlar tek tek gündeme getiriliyor ve söz konusu sorunlar etrafında bir uzlaşmadan söz ediliyor. Mesela, yıllardan beri başörtüsü konusu tartışılır ve bu sorunun uzlaşma ile çözülebileceği ifade edilir. Başörtüsü konusu bir inanç özgürlüğü ve inanç özgürlüğünün olmazsa olmazı olarak alınmayınca, yani konu bir temel insan hakkı noktasından derlendirilmeyince herkes kendine göre bir takım kaçamak yollar buluyor. Kimisi başörtüsünün serbest bırakılmasının başı açık olanlara mahalle baskısını gündeme getireceğini, başı açıklara bir baskının oluşacağını ileri sürüyorlar. Halbuki konu bir inanç meselesi olarak takdim ve kabul edildiği takdirde kesinlikle başı açık ve kapalıların sorunu olmaktan çıkacak temel bir insan hakkı olduğu görülecektir... Temel bir insan hakkının sağlanması da hiçbir şekilde tartışma konusu yapılamaz. Kimsenin kimseye bir baskısı söz konusu olamaz.
Yine yıllardan beri TCK'daki bazı maddeler sebebiyle insanlar sırf düşüncelerini ifade ettikleri için yargılandılar, mahkum oldular ve cezaevlerine tıkıldılar. Halbuki meseleye düşünce ve inanç özgürlüğü açısından bakılsaydı kimsenin düşüncesini açıkladı diye yargılanması söz konusu olmazdı, olmamalıydı. Sadece düşüncesini başkalarına kabul ettirmek için kullandığı metot tartışılabilirdi. Ama, Türkiye'de hep toplum belli bir resmi ideoloji içine hapsedilmeye ve buna göre hem de zor kullanarak şekillendirilmeye çalışıldı. Eğer resmi ideolojiyi destekliyor ve o yönde görüş belirtiyorsanız fikrinizin ne olduğu pek önemsenmedi ama resmi ideolojiye aykırı bir görüşünüz varsa hemen Ceza Kanunu'nun bazı maddeleri devreye girdi ve resmi ideoloji ile aynı hizaya getirilmeye çalışıldı.
Böyle olunca da insanların uzlaşmaya yükledikleri anlamlar çok farklı oldu. Bir kısım çevreler uzlaşma deyince yıllardan beri topluma dayatılan resmi ideoloji etrafında toplanılmasını anladılar. Bunun dışında kalanlar devlet kademelerindeki güçleri oranında düşüncelerini açıklayabildiler ya da içeri tıkıldılar. Devlet ise hemen her dönemde bir düşman icat etti. Bu düşman kimi zaman dindarlar (!) oldu kimi zaman komünistler. Hatta bu ülkede Amerikan karşıtlığı bile mahkum olmanız için yeterli olabildi. Kısacası kutsal devlet anlayışının hakim olduğu bir ortamda düşünce ve inanç özgürlüğünü savunmak, resmi ideolojiye aykırı görüş beyan etmek mahkum olup hapse girmeseniz bile hain olarak algılanmanıza yetti.
Böyle bir ortamda uzlaşma ile bir sivil anayasa yapılması mümkün olmadı. Bırakın yeni bir sivil anayasa yapmayı anayasada yapılmış olanda değişiklikler konusunda bile bir uzlaşma sağlanamadı. Çünkü, ölçü hiçbir zaman temel insan haklarının güvence altına alınması olmadı... Böyle olunca da herkes kendi ideolojik ve siyasi yaklaşımının hakim olmasını istedi. Dayatmalar gündeme geldi. Temel insan hakları ihlal edildi.
Temel insan haklarını yeniden keşfe gerek yok. Devlet insanların düşünce ve inanç özgürlüğünü sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir şekilde bunu sınırlandıramaz. İnsanları belli düşünce kalıbına sokan uygulamalar çok gerilerde kaldı. Yine devlet insanların can ve mal emniyetini sağlamak zorundadır. Nesil emniyetini sağlamak da devletin asli görevlerinden biridir. Elbette, eğitim hakkı, ülkenin dış tehditlere karşı korunması devletin görevleri arasındadır. Ancak bu gerçekler unutulur sadece ideolojik yaklaşımlar topumda hakim kılınmaya çalışılırsa her dönemde farklı bir kesime mensup insanların temel insan hakları gasp edilir. Ülkemizde yıllardan beri bunları yaşıyoruz. Bu bakımdan yeni bir anayasa için uzlaşmadan söz edildiğinde temel insan haklarında birleşilmesi ve bu hakların pazarlık konusu yapılamayacağı hususunda birleşmek gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.