İç politika kasete, dış politika ABD açıklamalarına bağlandı
Görünen o ki kaset skandalı iç politikada belirleyici bir noktaya geldi. Üzülmemek mümkün değil. Kaset savaşları arasında siyasilerimizin gündeminde ülke sorunları ve bu sorunlara çözümleri ya tartışılmaz oldu ya da söylenenler kaset skandalının oluşturduğu toz duman bulutu arasında görülmez ve duyulmaz hale geldi. Dedim-dedi kavgası siyasi mücadelede seviyeyi oldukça düşürmüştü, kaset skandalı biraz daha aşağı çekti. Olayın arkasında kimler var, hedef MHP yönetimini değiştirmek mi yoksa bir başka planın hayata geçirilmesi mi? Bu sorulara herkes kendine göre bir cevap veriyor. Ama en azından şimdilik işin aslını kesin söylemek mümkün görünmüyor. Çünkü, bir sitede yapılan açıklamaların dışında her değerlendirme kişilerin kendi noktasından bakışını yansıtıyor. Kimileri bu olaydan siyasi bir çıkar sağlamaya çalışıyor, kimileri olaya ahlaki açıdan bakıyor. Bu noktada da farklı yaklaşımlar söz konusu. MHP cenahından olayın değerlendirmesi yapılırken öfkenin hakim olduğu görülüyor. Bu seçim kampanyası sırasında MHP'ye gönül vermiş olanların öfkeye kapılmasını yadırgamamak lazım. Ancak, bu öfke mantığı devre dışı bırakıyor. Hatta bazıları olayı erkeklik noktasına taşıyarak, "Biz erkek partisiyiz!" şeklinde savunmaya geçiyorlar.
Her ne ise bu yazıdaki esas konum iç politika değildi. Çünkü, iç politikada bu seçim kampanyasında da doğrularla yanlışlar birbirine karıştı/karıştırıldı. Sanki kasıtlı olarak böyle yapıldı. Siyaset meydanında dile getirilen doğrular millet tarafından duyulmasın millet doğru söyleyenlerin peşine takılmasın diye.
Dünya olayları üzerinde de benzer bir karartma uygulanıyor ve bu konuda medyamızın gönüllü olarak görev üstlendiği üzülerek izliyoruz. Buna son üç günlük gelişmelerden iki örnek vermek istiyorum. Bunlardan birisi Obama'nın İsrail-Filistin sorunu ile ilgili yaptığı açıklama, diğeri ise NATO'nun vurduğu Libya gemileri.
Obama'nın yaptı açıklamayı bu köşede cumartesi günkü yazımda yorumlamıştım. Açıklamanın Filistin'i değil İsrail'i koruduğunu, İsrail'in güvenliğinin korunmasının ABD için esas olduğuna dikkat çekmiş, Filistinlilere yönelik söylenen bir cümlenin ise sözden öte geçemeyeceğini hatırlatmıştım. Çünkü, İsrail'in laftan anlamadığını, şimdiye kadar BM'nin almış olduğu kararların hiçbirine uymadığını, buna karşılık da BM ve ABD ile yandaşlarının bir uygulamayı hayata geçirmek için harekete geçmediklerini söylemiştim. Ve eklemiştim: "İsrail laftan anlamaz. Söylenenlerin bir anlam ifade edebilmesi için yaptırımın devreye girmesi gerekir".
Yazımın ertesi günü Obama ile Netanyahu bir araya geldi, saatlerce konuyu görüştüler. Görüştüler de ne oldu? Netanyahu sanki Obama'nın amiri gibi medyanın önünde hiçbir diplomatik kural tanımayarak azarladı. Obama'ya da bunu sineye çekmek düştü. Halbuki medyamızın büyük bir bölümü Obama'nın sözlerini bölgemize yönelik olumlu bir gelişme, hatta ABD'nin siyasetinde bir değişiklik olarak alkışlamış, İsrail'in 1967 sınırlarına çekilmeyi Obama istedi diye kabul edeceği ve barışın sağlanacağı gibi takdim etmişti. Bu açıklama konusunda Obama'nın samimi olup olmadığı ayrı bir konu. Çünkü, aynı açıklamada ABD için İsrail'in güvenliğinin esas olduğunu özellikle vurgulamıştı. Böyle olunca da İsrail, "1967 sınırlarına çekilmek benim güvenliğim açısından tehlike oluşturur" deyip bu teklifi geri çevirebilirdi, çevirdi. Böyle olduğu halde medya niçin olayların hep bir yüzünü göstererek, ABD ve Obama'yı alkışlamayı tercih eder?
Bunun çeşitli sebepleri vardır. Bunların başında çıkar ilişkisi ile esir alınmış beyinler geliyor. Gönüllü olarak ABD propagandasına destek veriyorlar. ABD'den gelen tüm açıklamalar hiç sorgulanmadan doğruymuş gibi okuyuculara aktarılıyor.
Buna son bir örnek daha vermek istiyorum.
Geçtiğimiz cumartesi günü hemen tüm gazetelerde aynı başlıkla bir haber vardı. Haberde, "NATO, Kaddafi'ye ait 8 savaş gemisi batırdı" deniyordu. Sanki tüm gazete yöneticileri bir araya gelmiş habere ortak bir başlık belirlemişlerdi. Şaşırdığımı, bunun gazetecilik olamayacağını belirtmek istiyorum.
Çünkü, NATO'nun batırdığı söylenen gemiler Kaddafi'nin babasının malı değil, Libya devletine ait. Yani batırılan gemilir Kaddafi gemileri değil Libya gemileri. Bir başka husus ise bu gemiler NATO güçlerine mi saldırmış, birkaç NETO gemisini mi batırmış? Hayır böyle bir şeyde yok. Limanlarda demirli duran gemiler NATO tarafından spor olsun diye batırılmış. Bu korsanlık değil mi? Amerikan yandaşlığı bu kadar medyamızın gözünü kör mü etti?
Böyle bir ortamda neyin mücadelesini verecek, neyi savunacağız ve milletimize işin doğrusunu nasıl göstereceğiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.