Tek seçeneğe mahkum olmak!..
Tartışmalarımızda genellikle kendimizi tek bir seçeneğe mahkum ediyor, savunmamızı da bu tek seçenek üzerine bina ediyoruz. Böyle olunca da ortaya çelişkili bir durum çıkıyor. Söz gelimi seçimlerde uygulanan yüzde 10'luk baraj sistemine karşı çıktığınızda karşınıza, "Siz istikrarsızlıktan yana mısınız? Yüzde 10 barajı koalisyonların sebep olduğu istikrarsızlık sebebiyle getirildi" şeklinde bir savunma ile çıkılıyor. Daha doğrusu sizi istikrar mı, temsilde adalet mi, gibi bir dayatma ile karşı karşıya bırakıyorlar. Halbuki normal düşünen, kendi düşüncelerinin esiri olmamış bir anlayış sahibi için hem istikrar hem de temsilde adaletin istenmesi doğru olan değil midir? Yani temsilde adalet ile istikrar birbirinin düşmanı değildir, olmaması gerekir. Bizde geçmişte eğer koalisyonların istikrarsızlık sebebi olduğu düşüncesinden hareket edilerek yüzde 10 barajı getirilmiş ise o zaman yapılması gereken şey istikrar uğruna temsilde adaletin bir kenara itilmesi değil, koalisyonların istikrarsızlık sebebi olmasını önleyecek yasal düzenlemelerin yapılmasıdır. Kaldı ki yeni sivil bir anayasanın yapılmasının gündemde olduğu şu günlerde darbe anayasasının bir hükmünün istikrar adına savunulması da ayrı bir çelişkidir. Şu anda maksadım yüzde 10 barajını tartışmak değil. Zaten son seçimlerde geçmiş yıllarda yaşanan seçmenin yüzde 45'inin temsil edilememesi gibi dehşet verici bir tablo ortaya çıkmamıştır. Ama, 2002 seçimlerinde seçmenin yüzde 45'i Meclis'te temsil edilememişti.
Ülkemizde sıkça gündeme gelen bir diğer tartışma da "Güvenlik mi, demokrasi mi?" tarzındadır. Sanki ille de demokrasi için güvenlikten, güvenlik için demokrasiden vazgeçmek gerekiyormuş, ya da biri diğerinin düşmanıymış gibi bir algıma hatasına düşüyoruz. Toplum için hem demokrasi hem de güvenlik gereklidir. Birini diğeri için feda etmek düşünülemez, düşünülmemeli. Eğer güvenlik adına demokrasi, insan hak ve özürlüklerini rafa kaldıralım derseniz, hukuksuzluğun, fail meçhullerin önüne geçemezsiniz. Ülkemizde bunun örnekleri geçmişte yaşandı. Dileğimiz bundan sonra yaşanmamasıdır. Bunun karşıtı olarak demokrasiyi koruyacağız diye ülkenin yaşanılmaz hale getirilmesine de izin verilmemesi gerekir. Elbette gerek güvenliğin sağlanması gerek demokrasinin korumasında esas olan adalet ve hukuk kurallarının hakimiyetidir. Ne demokrasi ne de güvenlik için tüm kurallar bir kenara itilebilir. Demokrasiden kastımın temel insan haklarının korunması olduğun sanıyorum hatırlatmaya gerek yoktur.
Benzer bir tartışmayı Yüksek Askeri Şûra öncesi ve sonrasında da yaşadık, yaşıyoruz. Bir taraf değişimi askerin gözden düşürülmesi, etkisizleştirilmesi şeklinde algılar, böyle takdim ederken bir diğer taraf demokratikleşmenin gereği olarak takdim ediyor. Elbette geçmişte demokrasi ile bağdaşmayan pek çok olay yaşandı, bunun rahatsızlığını toplum olarak yaşadık. Bunlara son verilmesi gerekiyordu. Ancak, bunun yolunun askeri gözden düşürmek ve etkisizleştirmekten geçtiğini düşünmek bir yanlıştan kurtulmak için bir başka yanlışa düşmek demektir. Bu yöndeki bir yazımın ardından bir iftar yemeğinde birlikte olduğumuz bir dostum, "Ağabey galibe ihtiyarlıyorsun.Yazında çok yumuşak bir üslup vardı" dedi. Galiba yazımda askerlere veryansın etmemi bekliyordu. Aslında yazımda ne anlatmak istediğimi çok iyi anlamıştı ama yazımı yenden izah etmeye çalıştım. Bu izahımın ardından ya ikna olduğu için ya da edeben, haklı olduğumu söyledi. Bu arada yanımızda bir de asker emeklisi vardı. O da Genelkurmay Başkanı'nın Yüksek Askeri Şûra toplantısında Başbakan'nın yanından kenara çekilmesini askere hakaret olarak nitelendirince tartışmanın daha fazla uzatılmasını doğru bulmadım. Belli ki yıllardır devam eden her olaydaki ifrat ile tefrit arasındaki gidip gelişimiz bu defada yaşanıyordu. İftar sofrasında ezanın okunmasını beklerken böyle bir tartışmadan sonuç almak da mümkün değildi...
Halbuki son gelişmeleri askerin etkisizleştirilmesi, gözden düşürülmesi olarak değil de demokratikleşmenin gereği, demokratik sistem içinde uygun roller üstlenmesi olarak değerlendirilmesi daha doğru değil mi? Böylece hem asker kesimi incitilmemiş, hem de asker kendi görev alanına çekilmiş olmaz mı? Böylece iki tarafta incinmeden yapılması gereken yapılmış olur.
Ama bizde öyle olmuyor ille de farklı kesimler toplumu kendi anlayışı etrafında toplamaya uğraşıyor ve böyle olunca da toplum her olayda sonu ölüm olan kırk katır mı kırk satır mı tercihine zorlanıyor. Halbuki esas olan hayattır. Yani adalettir, insanların hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır.
Aslında niçin böyle olduğu sorusunun cevabı sanıyorum geçmişten gelen bir takım ön kabullerimizdir. Yılların birikimi ile oluşmuş ön kabulleri değiştirmek kolay değil ama mutlaka değiştirmek durumundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.