Şah Fırat ve Piyon Olmayı Reddetmek…
Orijinali Caber Kalesi’nde iken 1939’da kale içinde bir başka yere daha sonra da kale sular altında kaldığı için 1975’te düne kadar bulunduğu mevkîye (sınırımıza 37 km mesafedeki Münbiç ilçesinin Karakozak köyüne) nakledilen Süleyman Şah türbesinin, Türkiye’nin başarılı operasyonu ile, aynı büyüklükteki (10 dönüm) yeni ve geçici yerine (Suriye Eşmesi) nakledilme süreci başlamış oldu. Böylelikle 1921 Ankara Anlaşması, 1956 Halep Protokolü ve 2003 mutabakatı ve 2012 tarihli nota ile sabit olan Süleyman Şah Saygı Karakolu’nun Türk toprağı olduğu gerçeğine uygun bir şekilde türbe, naaş ve emanetlerle birlikte bayrağımızın dikildiği yeni yerine taşınacağı gibi, türbeyi koruyan askerimiz de emniyete alınmış, türbe üzerinde aylardır yapılan istismarlara son verilmiş ve yapılacak provokasyonların ve muhtemel çatışmaların önü kesilmiş oldu.
KAOS OYUNU BOZULDU
En ufak bir çatışma çıkmadan, 7 saatlik başarılı bir operasyonla bu nakil ve tahliye işleminin asker-sivil tüm birimlerin fevkalade uyum ve koordinasyonuyla gerçekleştirilmesi büyük bir başarıdır. Boş hamaset ve hazımsızlıkla bu başarının, takdir etmek bir yana, ilk dakikalardan itibaren malum çevrelerce insafsızca tenkit edilmesi çok da şaşırtıcı değil. Şayet bu operasyon gerçekleştirilmeseydi, önümüzdeki kritik 100 gün içerisinde ve sonrasında türbeye yönelik provokatif bir saldırının ve akabinde gelişecek hadiselerin nelere yol açabileceğini tahmin etmek zor değil. Ülkeyi içerden ve dışardan kaos ve çatışma ortamına sürüklemek ve mevcut siyasi istikrarı baltalamak isteyen çevreler, türbeye ve askerlerimize yönelik bir saldırı ve rehin alma durumunda farklı bir retorikle hükümete saldıracaklardı. Askerimiz şehit düşse, yalandan gözyaşı döküp “Türbeyi ve askerimizi koruyamadınız!” diyeceklerdi muhtemelen. Şimdi bu ihtimal ortadan kalktığı için bu defa da sahte hamiyetfüruşçulukla ‘bel altı’ vuruyorlar. Çatışma ortamından, hiç çatışmaya girmeden askerin sağ salim çıkartılmasını önemsizleştiriyorlar. Meseleye içerden bakınca durum bu şekilde…
DAEŞ, KUŞATMANIN BİR ARACI
Türkiye’deki paralel çeteler gibi uluslararası karanlık bir şebekenin de bir süredir Türkiye’yi ‘teröre destek veren ülke’ ithamıyla zora sokmaya çalıştığı malum. Hatırlanacağı üzere bu yaftalama teşebbüsleri Süleyman Şah Türbesi üzerinden de yapılmak istenmişti. Şah Fırat Operasyonu ile, dâhili bedbahtların elinden bir istismar aracı, DAEŞ elinden de muhtemel bir koz alınmış oldu...
Aslında büyük resme bakıldığında tüm bu kirli hamlelerin İslam Dünyası’na yönelik küresel bir kuşatmanın birer parçası olduğu çok açık. Libya’dan Yemen’e, Mısır’dan Suriye’de halk hareketlerini ve milli iradeye dayanan devrimleri boğmak ve bitirmek üzere çalışan bu şebekenin DAEŞ’i kullanarak ve DAEŞ bahanesiyle bölge statükosunu yeniden belirleme niyetleri iyice günyüzüne çıktı. Bu anlamda Ürdünlü pilot Muaz El-Kesasibe’nin katliyle Ürdün üzerinden Suriye’ye müdahale, Libya’da 21 Mısırlı Kıptî’nin katliyle Mısır üzerinden Libya’ya operasyon, ABD liderliğindeki koalisyonun ve körfezdeki ‘monarşi kulübü’nün DAEŞ bahanesiyle niyetlendikleri ‘kara harekâtları’, bölgedeki İran nüfuzunu, Esed terörünü, Irak’taki Şii milislerin katliamlarını, Yemen’deki Husi terörünü perdelediği ve İsrail’in Filistin işgalini unutturduğu gibi son tahlilde kaosu Türkiye’ye taşımaya veya Türkiye’yi kaosa çekmeyi hedefleyen girişimler…
Türkiye, Şah Fırat Operasyonu ile kapısındaki tehlikeyi ‘şimdilik’ bertaraf etti, piyon olmayı reddetti ve muhtemel kanlı ve kirli bir oyunu bozdu. DAEŞ üzerinden Türkiye’yi kıskaca alma teşebbüsleri yine olacaktır. Zira, bölgedeki tüm keşmekeşin asıl hedeflerinden birisi ‘küresel plan’a ters düşen Türkiye’nin ‘şah’ olmasını bir şekilde engellemektir. Şah Fırat’ın fincancı katırlarını ürkütmesi bundan…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.