O Küpte Ne Yazıyordu?
Osmanlı sadece bir devletin adı değildi. Bir medeniyetin, bir barış ikliminin, bir görgünün, bir adaletin, bir asaletin adıydı aynı zamanda..
Yunus Emre, «Yerden göğe küp dizseler / Aradan birin(i) çekseler / Seyreyle sen gümbürtüyü..» demiş. Osmanlı da böyle bir şeydi.. Yerden göğe binbir meziyet, marifet, asalet küpü dizilmişti...
Aradan birin(i) çektiler... Kıyametler koptu... Büyük çok büyük bir gürültü ile yıkılan Osmanlı Devlet-i áliyyesinin ardından dünya 25 yıl arayla iki büyük kıyamet yaşadı.. Birinci ve İkinci Cihan Harplerinde yüzbinlerce insan helâk oldu. Vahşetler o derece denî (alçakça) idiydi ki, insanlığın yüzü kızardı, mazlûmlar “neredesin ey Osmanlı, meğer sen ne büyük rahmetmişsin” diye inlediler...
Evet, aradan bir küpü, (bir şeyi) çektiler ve altı asılık çınar gümbür gümbür devrildi... Neydi o aradan çektikleri küpün adı? Bu sualin cevabını yazının sonunda vereceğim.
Mehmet Akif Ersoy, «Hayá sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki heryerde / Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde» diye inliyordu, tá yüz yıl öncesinde.. Bugünkü halimizi görseydi neler söylerdi? O zamanlar henüz zinâ suç olmaktan çıkmamıştı, o zamanlar altına tayt giyen başörtülü zilliler yoktu, o devirde hálâ çarşaf giyiliyordu ve hattâ Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi dinle arası hiç de hoş olmayan biri çarşafa ve peçeye methiyeler diziyordu...
(Aşağıdaki) Yakup Kadri’ye ait «Çarşafa ve Peçeye Dair» başlıklı risale, muhaddere (hürmet) makamındaki hanımlarca ezberlenmeli, tesettür düşmanı, tesettüre bigane, tessettürün kıymetini idrâkten âciz hanımlara nasihat ederken misâl verilmelidir. Muhaddere makamındaki hanımlar bu nasihat görevlerini ifa etmez iseler ortalık mübtezel kadınlarla dolacak, istikbâlimiz karardıkça kararacaktır..
«ÇARŞAFA VE PEÇEYE DAİR»
«Bu çirkin asrın ve bu çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Yalnız bunlardır ki gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzusunu veriyor... Niçin onlardan müştekî (şikâyetçi) gibisiniz? O mazrûfa (zarfın içindekine), bu zarftan daha muvâfık (uygun) ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bir kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum.
Siz bizim aşkımızın, hürmetimizin, siz bizim kıskançlığımızın mutî (uysal) mahbûseleri değil misiniz? Vücudunuzun şeklini alan bu dil-firîb (cazibeli, alımlı) mahbesi, sizin etrafınıza, sizin yüzünüz üstüne biz ördük; bizim ihtimâmımız, bizim muhabbetimiz ördü. Sizi güneşten, havadan, sizi kem nazardan sakındık da böyle yaptık. Yazık değil mi ki, o saçlara güneş vursun, o yüzü havalar, tozlar hırpalasın! Yazık değil mi ki, -ma'azallah- o gözlerin harîmine kolayca lâubâli bir yabancı gözün kıvılcımı sıçrasın?
Düşündük ki, belki bilmeyerek, belki farkına varmayarak birine gülüverirsiniz. Nazarlarınız belki, bilâ-ihtiyar (elde olmayarak), birinin üstünde fazlaca tevakkuf ediverir (duruverir). Onun için yüzünüzü örttük. Zira tebessümlerinizin, bakışlarınızın kıymetini biz anlıyor, biz biliyorduk. Gönlümüz onların öyle lüzumsuz yere heder olmasına acıdı da, bir ipek mahfaza içinde muhâfazalarına lüzum gördü.
Çünkü siz hilkaten (yaratılış, fıtrat olarak) müsrifsiniz, hazinelerinizin bahasını bilmezsiniz; her şeyde bahil olan tabiat, bütün cömertlik kabiliyetini size verdi, sizin kalbinize döktü, fakat öyle bir ifrat ile ki, nihayet böyle bir tedbire ihtiyaç messetti. Zaten insanların yegâne vazifesi tabiatın hatalarını tashihe çalışmak değil midir? İnsanlar, kadınlara tahakküm ettikleri gündür ki, tabiata galip geldiler. Cemiyetlerin ve medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu. 'Memleketlerden, vatanlardan evvel ilk müdafaa edilen kadındı. Bana inanınız, bütün bu evler, bu mabetler ve bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahbesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mabetler harap oldu, şehirler çöktü. Çünkü, sizin mahbesleriniz o yerlerin surları idi, kaleleri idi...
Niçin başka cinsten kadınlara (elin gâvurlarına) bakıp ta başınızda garip mütalealara meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne? Siz, başlı başınıza bir âlemsiniz; ben o âleme girdiğim dakikadan itibaren hariçte bir başka mevcudiyet var mı, yok mu? Unuttum bile. Siz niçin kendinizde herkesi unutmuyorsunuz?
Söze başlarken size demiştim ki bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Memnun ve müsterih yaşamak için bu kanaat size kifayet etmez mi? Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor: Peçeniz ve çarşafınız... Bunlardır ki bana muhabbeti öğretiyor, hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor; bahusus memlekete muhabbeti... Zira, sizin bu örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki minarelerden ve o al râyetten (kırmızı bayraktan) sonra bu serseri ruha bir râz-âşinâ melce (dost sığınak) ve bir emin mersâ (güvenli liman) saadeti veriyor. Peçenizin kudsiyetini şuradan anlayınız ki, bir yabancı elin ona uzanması ihtimali bile gayz nedir, hırs nedir, intikam nedir, kin nedir hiç bilmiyen bu tenbel ve yorgun ruhda beldeler yıkacak, burç ve barular devirtecek bir ateş alevliyor..
Gördünüz mü? Peçenizden bahsederken haşin adımlarla yüksek surlar etrafında dolaşan bir eski kahraman gibi söz söylemiye başladım. Belki, bunların hiç birini yapmıyacağım, fakat emin olunuz ki şu dakikada çok samimiyim. Size, sizin örtülerinize ve süslerinize doğru teveccüh edince kendimi her şeye kadir farz ediyorum. Tarih, menakibi beşeriyeyi dolduran en büyük kahramanlıklar bana birer çocuk oyunu gibi geliyor.
Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin ortasında asalet ve zarafete yegâne dâl (delil) olarak bunlar, sade bunlar kaldı. İnsanlar, senelerden beri, insanlığı terzil (rezil etmek) için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler. Bu güruha peyrev olmak size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde, onların haricinde biliyorum.
Siz mestur ruhlardan değil misiniz? Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî bir dinin ilâhı sizi bu sıfatla sair mahlûkat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz O’nun halkettiği cennetâsa âlemin meleklerisiniz. O, «Kitab»ında sizin isminizi zikretti, o vakitten beri siz mukaddesat meyanına girdiniz; artık ne hale, ne maziye, ne de atiye mensupsunuz. Yalnız unutmayınız ki, sizi bu mertebeye, bizim aşkımız, bizim hürmetimiz, bizim kıskançlığımız ıs'ad etti..» (Kânunuevvel 1331/ 1915 Aralık − Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Çarşafa ve Peçeye Dair isimli risalesi)
Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle anarak aynı şiirin son mısralarını okuyalım:
Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılâb olmuş
Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş
Muhterem hanımlar, muhaddere makamındaki yüce kadınlar!.. Yakup Kadri’nin şu sözü kulaklarınızda hep çınlamalıdır: «İnsanlar (hayásızlar, düşmanlarımız), senelerden beri, insanlığı terzil (rezil etmek) için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler. Bu güruha peyrev (kuyruk) olmak size yakışır mı?»
Ve, yukarıdaki sualin cevabı.. Gerçi artık anlamayan, cevabı bulamayan kalmamıştır ama biz yine de sözümüzü yerine getirelim: Muhterem okurlarım, o (aradan çekilen) küpün üzerinde, «NAMUS VE İFFET KÜPÜ, KADIN KÜPÜ» yazıyordu.
Muhterem hanım kardeşlerim, televizyonlardaki programları, meselâ Kanal 7'deki Dr. F. K Show'u falan izlerken, bunların «bismillah, inşaallah, haydi ya Allah» falan demelerine bakmayın, canlı yayında (üstelik başörtülü) bir bayanın belini açıp masaj yapmasına bakın. «Özgecan»lara ağlarken de bunları hatırlayın.. 11 Mart 2015