Türkiye Yalnız Değil
Geçen hafta üst üste gelen sözde Ermeni soykırımı kararları ve açıklamaları ‘yalnızlık edebiyatı’na meraklı çevreleri yeniden harekete geçirdi. Hükümetin en başarısız olduğu sahanın dış politika olduğunu iddia eden bu çevreler değerlendirmelerini ekseriyetle Türkiye’nin son dönem dış politikasındaki paradigma değişikliğine ve attığı adımlara bakarak değil de uluslararası çevrelerin Türkiye aleyhine yaptığı açıklamalara göre yapıyorlar. Çoğu zaman temennilerle tahlilleri boca eden müzmin muhaliflerin dış politika tenkitleri, kulağa hoş gelen tarafları olsa da sağlıklı bir zemine oturmuyor onun için...
Alternatif olarak bir politika teklifi olmayan, akademiden siyasete bir çok kesimden oluşan bu çevreler, ilkesiz, her şartta uluslararası ilişkileri doğrusal bir grafik şeklinde seyreden, iddiasız ve edilgen bir dış politika arzu ediyor olmalılar. Zira dış politikada edilgen ve çevresel bir faktör olmak daha az sorunlu bir tercih. Merkezî ve etkin bir aktör olma iddiasını taşıyan bir dış politika ise bedelsiz olmaz. Türkiye de bugün orta ve uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için mevcut dış politikasının bedelini bir çok sahada ve değişik yoğunluklarda ödüyor…
MEŞRUİYET ETKİSİ
‘Yalnızlık edebiyatı’ ile dış politika analizi yapanların bir başka zaaf noktası ise özellikle komşu ülkelerdeki gelişmeleri hastalıklı okumaları ve indirgemeci değerlendirmelerle Türkiye’nin Suriye ve Mısır’da yanlış politika takip ettiğini iddia etmeleri. Türkiye’nin Arap Baharı sürecinde ve özellikle Suriye ve Mısır’da izlediği dış politikanın Türkiye’nin güç parametrelerindeki birtakım kapasite yetersizliklerinden ve karar alıcılarının konjonktürel beyanatlarından kaynaklanan eksiklikleri olabilir. Ama bu durumu bu dönemde uygulanan dış politikanın ‘ana eksen’inden ayırmak ve hakkaniyetle ve insafla değerlendirmek gerekir.
Geçmişle kıyaslanacak olursa, bazı istisnai dönemler hariç, Ak Parti hükümetlerinin dış politikası kartografik değil beşerî, güç ve çıkar odaklı değil değer ve vicdan odaklı bir anlayışa dayanıyor. Bu değişim hiç şüphesiz iç siyasetteki gelişmelerin dışa yansıması olarak zuhur ediyor. İç politikadaki normalleşme ve milli iradeye dayalı ‘meşruiyet’, dış politikanın istikametini de belirliyor. Sadece hükümetin değil, resmi ve sivil kurumların araçlarını oluşturduğu son dönem dış politika anlayışının gücü daha çok buradan kaynaklanıyor. ‘Yalnızlık edebiyatı’ ile dış politika eleştirisi yapanların ıskaladıkları bir başka önemli nokta da bu…
SANAL YALNIZLIK
Resmî tarih tezlerine dayalı ‘tek yönlü’ dış politika zihniyetinin konformizmi, sun’îliği ve edilgenliğinden uzak bu anlayış sadece içerde değil dışarda da birçok çevreyi tedirgin etti. Bu tedirginliğin temelinde ise mevcut dış politika anlayışının dönüştürücü ve inşâ edici özellikleri barındırması yatıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Davos’taki “One Minute” çıkışı, Gezi olayları, Mavi Marmara hadisesi ve en son geçen haftaki sözde Ermeni soykırımı kararları ve açıklamaları sonrası dünyanın bir çok noktasında gerçekleşen Türkiye’ye destek gösterileri bu dış politikanın olumlu etkisini ve küresel güç odaklarının ve meşruiyeti olmayan hükümetlerin aksine tarihi bağlarımız bulunan halklar ve dünya mazlumları nezdinde Türkiye’nin nasıl algılandığını ve nasıl bir gücü olduğunu göstermesi bakımından önemli idi.
Türkiye’nin uyguladığı dış politikanın ana ekseninin doğruluğu ve uyandırdığı heyecana uygun şekilde yumaşak/ince gücünü artırıcak ve etkili bir şekilde kullanmasına vesile olacak mekanizmaları tam olarak oluşturduğu ise henüz söylenemez. Geçmişe kıyasla bilhassa son beş yılda bu sahada devasa adımlar atılmakla birlikte potansiyel yumuşak/ince gücümüzü harekete geçirecek etkili ve stratejik koordinasyon sistemi tesis edildiği takdirde iddia edilen yalnızlığın ne kadar sanal olduğu daha iyi anlaşılacak…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.