İslamofobik Dış Politika Devri Bitti
İslamofobik hatta daha çok Arabofobik hâriciye siyasetinin Türkiye’nin tarihi bağları ve kültürel değerleriyle uyuşmadığı çok açıktı. Türk hâriciyesinin yönünü tayin eden zihniyetin temsilcileri ise zaten bu tarihi bağlara ve kültürel değerlere hem yabancı idi hem de toplumu yabancılaştırmak istiyordu. Onun için ısrarla yürütülen İslamofobik hariciye siyaseti söylemden teşkilatlanmaya varıncaya kadar tüm dış politika birimlerine sirayet etmişti.
Bu İslamofobik bakış açısının değişmeye ve bazı tabuların yıkılmaya başlaması AK Parti hükümetlerinin en büyük başarılarından birisidir denebilir. Zira, İslam Dünyası ve Müslüman toplumlar Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar bu dönemde Türkiye’ye yakınlaştı ve İslamofobik, Arabofobik önyargılar büyük oranda bu dönemde kırıldı. Bunda Erdoğan liderliği ve Ak Parti hükümetleri kadar bu dönemde açılan hürriyet alanından istifade ederek İslam Dünyası ile kalıcı münasebetler tesis eden sivil aktörlerin de büyük payı var…
Bununla birlikte, son seçim kampanyalarında da şahit olduğumuz gibi hâlâ bu eski İslamofobik zihniyetin kodlarıyla siyaset yapan, bu yönde vaatlerde bulunan siyasi partiler de yok değil. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Suriyelileri ülkelerine geri gönderme vaadi, Avrupa’da son yıllarda artan ve bazı siyasi parti temsilcileri tarafından ısrarla dillendirilen İslamofobik göçmen karşıtı söylemleri hatırlatıyor. Kılıçdaroğlu ile ırkçı, yabancı düşmanı, İslam karşıtı Hollandalı Geert Wilders, Avusturyalı müteveffa Jörg Heider, Fransız Jean-Marie Le Pen, İtalyan Umberto Bossi gibi politikacıları aynı dalga boyunda buluşturan bu dışlayıcı söylemin insanî bir tarafı olmadığı gibi bu söyleme bina edilecek bir dış politikanın barış ve huzura hizmet etmesi de mümkün değil.
Bu seçim döneminde öne çıkmasa da soydaşlık ve ırkdaşlık temelli siyaset yapan diğer siyasi partilerin de benzer tuzaklara düşme ihtimallerinin olduğunu gözden uzak tutmamak lazım. Bu partilerin bazen dillendirdiği, Arabofobik “arkadan vurma” edebiyatlarının artık inandırıcı olmadığını ve ırk temelli siyasetin günümüz uluslararası ilişkilerini anlamlandırabilecek bir yaklaşım olamayacağını görmeleri lazım.
Kezâ, Kemalist zihniyetin Kâbe-Çankaya mukayesesini andırır şekilde Kâbe-Taksim mukayesesini yapabilen bir siyaset dilinin muhtemel iktidarının, “İslamcı faşizm” tabirini dış politikasının eksenine oturtan George W. Bush’tan daha az İslamofobik olamayacağı çok açık.
Siyasi partilerin dış politika perspektifleri, özellikle İslam Dünyası ile nasıl bir ilişki kurmayı planladıkları ortaya çıktıkça hariciye siyasetlerinde İslamofobik tonun ne kadar etkili olduğu daha iyi anlaşılacak.
Ak Parti hükümetleri, Batı’nın İslamofobik politikalarını besleyen bir çok unsurun son yıllarda ortaya çıkmasına, Türkiye’nin nüfusunun çoğunun Müslüman olduğu ve İslam Dünyası ile iyi ilişkiler kurmayı düşünen hükümetler tarafından yönetildiği için dışlanmasına rağmen, İslam Dünyası’na yönelik politikalarını hiç değiştirmedi ve gerek dışişleri bakanlığını gerekse dış politikanın araçlarını oluşturan hükümete bağlı TİKA gibi başarılı kuruluşlarını bu yönde yapılandırmaya devam etti.
7 Haziran seçimleri, son 12 yılda adım adım değiştirilen dış politika paradigmasının da oylandığı bir seçim olacak. Onun için bu seçimleri Gazze, Arakan, Irak, Kudüs, Bosna, Mısır ve Suriye de en az bizim kadar dikkatle takip ediyor olacak…
İslamofobik dış politika devri bitti ama bizdeki İslamofobikler henüz tükenmedi…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.