Suriye’de ‘Fetih Mevsimi’
Suriye’de muhalifler ‘Fetih Ordusu’ çatısı altında ve ittifakla hareket ettikçe Esed rejimine ağır zayiatlar verdirerek ilerlemeye devam ediyor. Esed rejimi de bu ilerleyişe her zaman olduğu gibi barbarlıkla karşılık veriyor; son iki ayda ele geçirilen İdlib ve Cisr eş-Şuğur bölgesini havadan bombardımana tabi tutuyor. Obama’nın “Klor gazı kimyasal silah sayılmaz” açıklamasından da cesaret alarak İdlib bölgesini iki günde bir klorin gazı içerikli varil bombalarıyla vuran Esed güçleri mevzi kaybettikçe bir yandan vahşi katliamlarına yenisini ekliyor bir yandan da DAEŞ’e alan açarak bazı bölgelerden geri çekiliyor. Bölgemizdeki hemen her meselede olduğu gibi Suriye’deki krizin çözümü ve gerçek bir ‘fetih mevsimi’nin başlaması ise büyük oranda Türkiye’nin tutarlı politikasını ‘sağlam iradeli’ bir şekilde sahaya yansıtmasına bağlı…
Suriye meselesinde artık Esed veya Esed güçleri denildiğinde bunu İran ve İran kontrolündeki güçler olarak okumak gerek. Çünkü Esed’in hükmü Suriye’de neredeyse yok hükmünde artık. Hizbullah’ın ağır darbeler yediği Suriye’de İran da en seçkin birliklerini ve komutanlarını bölgeye göndererek Esed’in güç kaybetmesine mani olmaya çalışıyor. İran’ın Yemen ve Suriye cephelerini uzun süre aynı anda idare edebilme kapasitesi bulunmuyor. Nitekim bundan dolayı İran içindeki muhalif aktörlerin son dönemdeki hareketliliği hayli artmış görünüyor.
Muhaliflerin son iki ayda elde ettiği mevziler ve şehirler oldukça önemli olmakla birlikte rejimin belini bükecek stratejik noktalar değil. Şimdilik muhalifler vadilerde güçlü ama stratejik tepeler hâlâ rejimin kontrolünde. Özellikle rejim güçlerinin elinde olan sahile paralel Kürt Dağı’nın bulunduğu dağ silsilesi ve güneyde Lübnan dağ silsilesi en kritik bölgeler. Lazkiye-Tartus, Şam, Halep ve İdlib’in kesişme noktası ve bu beş şehri birbirine bağlayan Humus’un fethedilemsi ise rejime öldürücü bir darbe anlamına geliyor. Humus aynı zamanda rejime ait en büyük silah depolarının bulunduğu bölge. Nitekim Esed rejimi beş gün önce bu bölgedeki Tedmur (Palmira)’dan çekilerek burayı DAEŞ’e adeta kendi elleriyle teslim etti ve DAEŞ büyük bir mühimmat deposunu kolaylıkla ele geçirmiş oldu.
Suriye’deki kirli ve küresel oyun devam ederken insani kriz de her geçen gün tırmanıyor. Özellikle en son İdlib ve Cisr eş-Şuğur’un ele geçirilmesinden sonra rejimin bombardımanından kaçan 75 binden fazla sivil başka bölgelere göç etti. Kısa süre içinde gerçekleşen bu iç hareketlilik beraberinde sağlıktan eğitime, barınmadan gıdaya birçok insani ihtiyacı da doğurdu. Maalesef insani yardım kuruluşlarımız bu göçün sonuçlarına hazırlıklı olmadığı için hâlen devam eden insani bir kriz durumu sözkonusu oldu.
Türkiye’nin Suriye konusundaki duruşu başından beri ilkeli ve kararlı. Gerek siyasi ve diplomatik anlamda gerekse insani yardım sahasında Suriyelilere sahip çıkan başarılı bir politika izledi Türkiye. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun çerçevesini çizdiği Suriye’ye yönelik insani yaklaşımın zaman zaman sahada, bilhassa sınır boylarında sergilenmediğini görüyoruz. Bu anlamda krizin başından beri dile getirdiğimiz, sınır boyundaki asker ve sivil kadroların hassasiyetle gözden geçirilmesi ve Türkiye’nin yüzünü ak eden merhametli siyasetine uygun bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğinin altını bir kez daha çizelim. Suriye’ye yönelik insani yardım çalışmalarını ve hükümetin, AFAD ve Kızılay gibi kurumların, sivil toplum kuruluşlarının başarılı çalışmalarını gölgeleyen bir başka problem de şehirlerdeki Suriyelilerle ilgili yerel yönetimlerin gerekli tedbirleri almaması. Büyük oranda çeteler tarafından yönlendirilen Suriyeli dilencilerin, fuhuş mafyası tarafından kullanılan Suriyeli kadınların ve suça meyyal kişilerin şehirlerden arındırılması yönünde valilikler ve belediyelerin etkin adımlar atması şart.
En baştan beri denildiği gibi Suriye bizim iç meselemizdir ve krizin çözümü ve yönetimi de tamamen bize bağlıdır…
Yarın devam edelim…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.